ADesign
Fair 2004 Panel tarihi: 08-10-2004
Yer: Harbiye Askeri Müzesi - Ahmet Fethi Paşa Salonu,
İstanbul
Moderatör:
Alpay Er, ETMK
istanbul Yönetim Kurulu Başkanı. Öğretim üyesi, İTÜ
Konuşmacılar:
Hüsnü Karagözoğlu, Yönetim Danışmanı
Doç. Dr. Özlem Er, Öğretim üyesi, İTÜ
Salih
Karabacak, Endüstriyel Tasarım Yöneticisi, Arçelik
A.Ş.
Ümit Altun, DesignUM
|
Alpay
Er
|
Hüsnü
Karagözoğlu
|
Doç.
Dr. Özlem Er
|
Salih
Karabacak
|
Ümit
Altun
|
Tasarımı
yönlendirmek; Yirminci yüzyılın başlarında, firmaların kendi
bünyelerinde tasarım birimleri kurmalarıyla ortaya çıkan bir
kavram tasarım yönetimi. Bu kavram, firmaların rekabet gücüyle
de yakından ilgili. Peki, tasarım yönetimi günümüzde ne kadar
önem taşıyor?
Alpay
Er:
Sürdürülebilir
rekabet gücü paneline hoş geldiniz. Hava muhalefetine rağmen
fuar etkinliklerinin devam diyor olması çok hoş. Küçük, ama
inanmış bir grup olduğumuzu gösteriyor bu bence tasarım konusunda.
Sayı her zaman çok önemli değil, küçük ve inanmış bir grup
gerektiğinde çok güzel şeyler başarabilir. Bunu söylerken,
kendi deneyimime dayanıyorum. Endüstriyel Tasarımcılar Meslek
Grubu, ETMK İstanbul Şube Başkanı'yım. Derneğimizin faaliyetleri,
genellikle az sayıda inanmış, tasarımı Türkiye'de endüstriye,
sanayiye, topluma anlatma konusunda istekli, azimli küçük
bir grubun çalışmaları...
Bugün
burada, tasarım yönetimi konusunda bir panel yapacağız. Aslında,
panel diyoruz ama, belli
bir strüktürü var toplantının. Buna niye gerek duyduk? Tasarım
yükselen bir değer, bunu herkes söylüyor. Ancak, tasarımın
içerisinde yükselen bir başka değer daha var: Tasarım yönetimi.
Tasarım yönetimi, tasarımın iş dünyasıyla ilişkisini, tasarımın
iş dünyasıyla ara kesitini simgeliyor. Önemi önümüzdeki dönemde
çok daha artacak. Tasarım yönetimi konusunda açık bir tartışma
ortamındansa, bir seminer formatını daha uygun gördük. Bu
konunun uzmanlarını davet ederek, öncelikle bilgilendirici
bir toplantı gerçekleştirmek istedik. Toplantının iki bölümü
var. Her bir katılımcımız 20'şer dakikalık sunum yapacak.
Daha sonra, sizlerin sorularıyla tartışma kısmına geçeceğiz.
İsterseniz,
katılımcılarımızı şu anki oturuş sıralarına göre sizlere tanıtayım;
Sayın
Hüsnü Karagözoğlu: Hüsnü Bey, Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Kimya Mühendisliği Bölümü'nden mezun. Sonrasında, Endüstri
Mühendisliği Bölümü'nde yüksek lisans yapmış. Daha sonra da
Orta Doğu Teknik Üniversitesi idari Bilimler Fakültesi'nde,
altı yıllık bir öğretim görevlisi deneyimi var. Sonrasında
Hüsnü Bey'i özel sektörde görüyoruz. Bildiğimiz, tanıdığımız
bir marka; Kelebek Mobilya'da yirmi yıllık bir deneyimi var.
Önce, fabrika müdürlüğü, ardından genel müdürlük ve murahhas
üye olarak görev yapmış. Hüsnü Bey, şu anda serbest yönetim
danışmanlığı yapıyor.
İkinci
sırada Ümit Altun var. Ümit Bey'i tasarım camiası yakından
tanıyor diye düşünüyorum. Ümit Altun, 1985 yılında Mimar Sinan
Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden mezun
oldu. Sırasıyla 1985-1987 yılları arasında Otokar, 1988 yılında
Asyatel Teletaş'ta tasarımcı olarak çalıştı. Aynı firmada
1994'e kadar tasarım bölümü şefi olarak görev yaptı. 1994
yılında Arçelik'te uzman tasarımcı olarak çalışmaya başladı.
2002 yılında tasarım bölümü yöneticiliğine atandı. Bir yıl
bu görevde çalıştıktan sonra, kendi tasarım firmasını kurmak
üzere 2003 yılında Arçelik'ten ayrılan Ümit Altun, yaklaşık
bir yıldır kendi kurduğu tasarım ofisinde, DizaynUM adını
verdiği firmasında, tasarım çalışmalarını sürdürüyor.
Üçüncü
konuğumuz, Doç. Dr. Özlem Er, bir akademisyen. Lisans ve yüksek
lisans derecelerini Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden, doktora
derecesini ise Manchester Metropolitan Üniversitesi'nden aldı.
1996-2000 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri
Ürünleri Tasarım Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalıştı.
1996 yılında, aynı zamanda, ODTÜ'de Tasarım Yönetimi derslerini
başlattı. 2000 yılından bu yana da İstanbul Teknik Üniversitesi
Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü öğretim üyesi. ETMK'da yönetim
kurulu başkanlığı dahil olmak üzere çeşitli görevler aldı.
Çeşitli kurum ve kurullarda oluşturulan çalışma gruplarında
yer almış ve en sonunda İstanbul Sanayii Odası Kalite Ar-Ge
ve Teknoloji ihtisas Komisyonu (KATEK) çalışmaları kapsamında
KOBİ'lere yönelik endüstriyel tasarım kılavuzunun yazımında
görev almış.
Son
konuğumuz Salih Karabacak. Salih Bey de 1990 yılında Orta
Doğu Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü'nden mezun
olmuş. 1990-98 yıllarında ürün geliştirme mühendisi, Arçelik
firmasında 1998-99 yıllarında üretimde takım lideri görevlerini
üstlenmiş. 1999-2003 yılları arasında ürün yöneticiliği yapan
Salih Bey, halen Arçelik A.Ş.'nde Endüstriyel Tasarım Bölümü
Yöneticisi.
Öncelikle,
Özlem Hanım'a söz veriyoruz. Özlem Hanım, bize tasarım yönetimi
kavramını anlatacak. Bu terim, terminoloji nereden çıktı?
Özellikle bunun yurt dışındaki yansımalarına dayanarak bir
giriş yapacak. Bir kavramsal çerçevede sunacak. Daha sonra,
bu kavramsal çerçeveyi, Hüsnü Bey, stratejik düzeyde değerlendirecek.
Bunun hemen arkasından Salih Bey'i alacağız. Salih Bey, organizasyon
düzeyinde tasarım yönetimi nasıl bir şeydir? Bu konuda bize
bir fikir vermeye çalışacak. Son olarak, Ümit Bey tasarım
yönetimini operasyonel düzeyde, proje düzeyinde bizlerle paylaşacak.
Ben Özlem Hanım'ı davet ederek, yöneticilik görevime şimdilik
son veriyorum.
Özlem
Er:
Merhabalar,
hoş geldiniz. Gerçekten hava muhalefetine rağmen burada olan
herkese teşekkürler. Evet, Alpay Bey'in de bahsettiği gibi,
sizlere tarihsel bir perspektif eşliğinde, 'tasarım yönetimi
bir kavram olarak nasıl gelişti?' bunu anlatmaya çalışacağım.
Daha sonra, tasarım yönetiminin tanımlarını, farklı kişilerin
tasarım yönetimini nasıl tanımladığını ve tasarım yönetiminin
düzeylerini, olası değişim yönlerini anlatmaya çalışacağım.
Çünkü, tasarım yönetimi kavramı da değişen bir kavram, "olası
değişim yönleri nedir?" o konularda bilgi vermeye çalışacağım.
Tasarım
yönetiminin ayrı bir alan olarak belirmesi, tasarımın firma
bünyesinde ayrı bir uzmanlık alanı olarak uygulanmaya başlamasıyla
ortaya çıkar. Yirminci yüzyılın başlarında firmaların kendi
bünyelerinde tasarım birimleri kurmalarıyla ortaya çıkan bir
kavram olduğunu söyleyebiliriz. Tasarım etkinliğinin yönetilme,
yönlendirilme ihtiyacı, özellikle otuzlu yıllardan itibaren
Amerika'daki General Motors, General Electric gibi büyük firmalarda
oluşturulan, geniş tasarım gruplarıyla artmıştır. General
Motors firması örneğinde 'Art and Colors Section' adıyla tanırnlanan,
firrna içi tasarım ya da o zamanki adıyla 'styling' birimlerinin
çalışmaları, firma pazarlama stratejileri bağlamında yönlendirilmiştir.
Endüstriyel
tasarım mesleğinin öncüleri olan ve tasarım tarihine, yıldız
tasarımcılar olarak geçen Henry Dreyfus gibi tasarımcıların
Amerika'nın o zamanki büyük firmalarına yaptıkları işler,
bu iş yapma sürecinde karşılaştıkları güçlükler, iki taraf
arasındaki ilişkinin yönetilme ihtiyacı, tasarım yönetimi
yönünde bir ihtiyaç yaratmıştır. Az önce de söylediğim gibi,
firma bünyesi dışından tasarım hizmeti veren tasarımcıların
süreç içinde yaşadıkları güçlükler, deneyimlerinden dersler
çıkarmalarına neden olmuş ve tasarım yönetimi kavramı da ilk
olarak endüstriyel tasarım pratiğinden gelen kişilerin ortaya
sürdüğübir kavram olarak belirmiştir.
Endüstriyel
tasarım pratiği, o dönemde, en gelişkin olarak Amerika'da
yürütüldüğü için, Amerikan tasarımcılarının geliştirdiği bir
kavram olarak görüyoruz ilk başta. Kırklı yıllardan itibaren
mesleki anlamda kullanılmaya başlandı tasarım yönetimi terimi.
Ellili yılların ikinci yarısında, mesleki yayınlarda yer aldı.
Örneğin, ID dergisinin 1957 sayısında, tasarım yönetiminden
bahsediliyor.
Tasarım
yönetiminin gelişiminde etkili ikinci bir ülke, İngiltere.
Tasarım yönetimi kavramının ilk olarak kullanılmaya başlanması,
altmışlı yıllarda gerçekleşiyor. 1965'te İngiltere'de Royal
Society of Arts'ın Design Council ile birlikte organize ettiği
tasarım yönetimi ödülleri organizasyonu var. İlk olarak yine
bir serbest tasarımcı, 'Michael Farr'ın Tasarım Yönetimi'
adıyla 1966 yılında çıkardığı kitap, yavaş yavaş artık tasarım
yönetimini kavramsallaştırdı.
Evet,
iki ülkenin etkili olduğunu söylemiştim tasarım yönetimi kavramının
gelişiminde. Amerika'da, tasarım yönetimi kavramının gelişimi,
genellikle bu işin pratiğini yapan insanların karşılaştığı
güçlüklerin ortadan kaldırılması için geliştirdikleri bir
kavram olarak karşımıza çıkıyor. Bazı kuruluşlar, özellikle
tasarım yönetiminin gelişmesinde çok etkili oluyorlar. İngiltere'de
ise, hükümetin özellikle ingiliz imalat sanayinin karşılaştığı
sorunları çözmek için, hükümet inisiyatifiyle desteklenen
bir kavram olarak gelişiyor.
Bazı
kurumlar önemli oluyor Amerika'daki gelişiminde. Profesyonel
tasarımcıların kurulmasına ön ayak olduğu Design
Management Institute ve Design Management Institute'tan
ayrılan kişilerin kurduğu Corporate
Design Foundation, iki önemli kurum. Design Management
Institute'ın faaliyetleri özellikle önemli. 1976'dan bu yana,
tasarım yönetimi konusunda yıllık konferanslar düzenliyorlar.
Harvard Business
School ile işbirliği içindeler. Tasarım yönetimi eğitiminde
kullanılmak üzere, eğitime yönelik vaka çalışmaları, kullanılıyor.
İlk vaka çalışması Braun KF40 kahve makinesi. Tasarım yönetimi
üzerine, ilk yüksek lisans eğitim programı Design Management
Institute ve Westminister University, işbirliğinde kuruluyor.
Bütün bunlar, önemli gelişmeler ve tasarım yönetimi kavramının
kurumsallaşmasına etkin faaliyetler. Corporate Design Foundation
da öte yandan, 'The Journal of Business and Design" diye
bir dergi çıkarıyor. Özellikle, işletme okullarıyla tasarım
okulları arasında işbirliğine yönelik eğitim programları geliştirmesi
yönünde faaliyetler gösteriyorlar.
Söylediğim
gibi, ikinci etkili ülke İngiltere. İngiltere'de neler yapılıyor?
İngiltere'de özellikle seksenlerde Thatcher hükümeti döneminde,
tasarım yönetimi kavramına özel bir önem veriliyor. Buradaki
vurgu da tasarımla firmaların ticari performansları arasındaki
nedensel ilişkinin araştırmalar yoluyla özellikle ortaya konulması.
Bir dizi rapor ısmarlanıyor önemli bir takım insanlara ve
bu raporlar o insanların ismiyle daha sonra anılıyor ve birçok
kaynakta bunlara referans veriliyor.
Ne
yapılıyor başka İngiltere'de? Endüstri ve ticaret çevreleri
hedeflenerek, tasarıma yapılan yatırımın ticari değerinin
araştırma yoluyla ortaya konulması önemli. Çünkü, o zamana
kadar genellikle, Design Council aracılığıyla, hep tasarımın
önemli olduğu, hayat kalitesini yükseltmedeki önemi falan
bahsediliyor. Fakat buna, endüstri kulağını tıkıyor, bu mesajı
almıyor. Çünkü, kârla ilişkilendirilmiyor bu mesaj. Firmaların
başarısıyla ilişkilendirilmiyor, ticari başarıyla ilişkilendirilmiyor.
Bunun bir eksiklik olduğu fark ediliyor ve bunu ispatlamaya
yönelik bazı araştırma çalışmaları yapılıyor. Örnek işletme,
uygulama ve stratejilerinin incelenmesi yoluyla kurumsal tasarım
yönetimi politikalarının geliştirilmesi, başarılı uygulamalar
yapan, tasarımla başarıya ulaşan firmalar örnek alınıyor.
Buralardan nasıl dersler çıkarılabileceklerine yönelik, çoğu
kez akademik çalışmalar yapılıyor.
Tasarım
yönetimi mesajının tartışılması ve yaygınlaştırılması amacıyla,
yeni araçlar geliştiriliyor. Bazı dergiler var; Co-design
Journal gibi dergiler çıkarılıyor. European
Academy of Design diye bir kurumsallaşma içinde, iki yılda
bir kongreler
düzenleniyor. Yüksek lisans ve lisans programlarına yönelik,
tasarım yönetimine özelleşen ders programları geliştiriliyor.
Bütün bu araştırmalar, tasarımın, firmaların pazarda rekabetçi
üstünlük kazanmalarında önemli bir araç ve önemli stratejik
bir rekabet faktörü olduğunu kesinlikle ortaya koyuyor.
Diğer
bir bulgu, ticari performansta bir katkı yapabilmesi için,
tasarımın öneminin mutlaka her düzeyde kavranması gerekiyor.
Firmada ve etkin bir şekilde de yönetilmesi gerekiyor, kendiliğinden
olmuyor. Nasıl pazarlama yönetiliyor, üretim yönetiliyorsa,
tasarım da yönetilen bir etkinlik haline gelmeli deniyor.
Evet, konuya gösterilen ilgideki artış, stratejik bir rekabet
faktörü olarak, tasarımın kazandığı önemle doğrudan ilişkilidir.
Burada, seksenler sonrası endüstrideki gelişmeler, teknolojideki
gelişme ve tasarımın giderek artan, kalitenin de üstüne geçen
bir rekabet faktörü olmasında, tasarımın öneminin artmasını
sağlayan faktörler.
Tasarım
yönetimini nasıl tanımlayabileceğimize dair, tarihsel bir
perspektif içinde bilgiler verdim. Bu tanımlarda nasıl farklılıklar
var, ona bakacağız biraz;
İlk
tanım şöyle: Tasarımın kurumsal amaçlara bağlı, görünür bir
yönetim izleme ve kaynak ayırma sistemi kapsamında, firma
ya da kuruluş içinde formal bir program dahilinde yürütülmesi.
Burada, önemli bazı şeyler var. Görünür olması, yani firmanın
tasarımı yönettiğini, dışarıdan bakan kişilerin de görebiliyor
olması, programlarının biriminin belli olması önemli. Çünkü,
çoğu kez firmalara gittiğinizde, tasarım faaliyetinin adı
konmadan, aslında başka uzmanlık alanlarına sahip kişiler
tarafından yapıldığını görüyoruz. Formal bir program olması,
yani 'Biz tasarıma tabii çok önem veriyoruz, yapıyoruz' gibi
konuşmak yerine, 'Peki ne yapıyorsunuz?' denildiğinde, bir
kanıt gösterilebiliyor olması önemli.
Aynı
zamanda, tasarım yönetimi, tasarımın ticari ve organizasyonel
bağlamını araştıran akademik bir disiplin. Benzer bir şekilde,
Robert Blaich'in de (Herman Miller firmasında ve Philips'te
tasarım yöneticiliği yapan bir kişi) tasarım yönetimi üzerine
bir kitabı var. Robert Blaich de aynı şeyi söylüyor, diyor
ki: 'Tasarım yönetimi varsa bir firmada, o firmada tasarım
faaliyetinin varlığı görünür
hale gelir. Tasarımın, firmanın stratejik planlamasına katkı
yapmasını ve teknik gelişim, üretim ve pazarlama süreçlerine
de kolaylaştırıcı bir rol oynamasını sağlar'.
Öte
yandan, hep vurgulanan da tasarım yönetimi, rutin idari faaliyetlerin
bir yöneticiye devredilmesi değildir. Bütçe, personel yönetimi
ve diğer normal idari işler de tasarım yönetiminin parçalarıdır.
Ancak, tasarım yönetiminin farklılığı ve tasarımın firmaya
kazandırabileceği stratejik değerin tanınmasıyla ilgilidir.
Bunun bir implikasyonu var. Üst yönetimin, tasarımın stratejik
önemini anlamış olması gerekir. Sadece rutin bir şekilde yönetiliyor
olması, tasarım yönetimiyle hedeflenen amaçlara ulaşılmasını
sağlamaz. Genel olarak uzlaşılan nokta, tasarım yönetiminin
genel işletme teori ve tekniklerinin tasarıma uygulanmasından
ibaret olmadığıdır. Peki, neden buna vurgu yapılıyor? Çünkü,
tasarım yaratıcı bir faaliyettir. Yaratıcı bir faaliyet, diğer
faaliyetler gibi yönetilemez. Bir farklılığın olması gerekir.
Yaratıcılık yönetimi, bu anlamda yeni bir tanıma ulaşılabilir:
Yaratıcı süreçlerin firma stratejisi bağlamında koordine edilmesi
ve yönlendirilmesi etkinliği.
Tabii,
burada altını çizdiğimiz şeylerden bir tanesi, firmanın bir
stratejisi olacak ve onunla ilintili bir tasarım yönetimi
politikası olacak. Firma stratejisinden bağımsız bir tasarım
yönetimi politikası düşünülemez. Burada, "genel işletme
teorilerinden ya da yöntemlerinden farkı nedir?" dediğimizde
burada işte bu farkı biraz daha açıyoruz. Tasarım yönetiminin,
kısa vadeli hedeflere yönelik kontrol mekanizması olarak anlaşılması
yanlıştır. Tasarım yönetiminin, yalnızca bir süreç kontrolü
olarak algılanması, bu kavramın çıkışıyla amaçlanan yaratıcı
düşünce ve eyleminin etkisini artırma düşüncesinden uzaklaşılmasına
yol açar.
Burada,
yavaş yavaş olası değişim yönleri dediğim konuya giriyoruz.
Ne gibi yeni konular tasarım yönetiminin ilgi alanına girmeye
başlıyor? Biraz da onlardan bahsetmeye başlıyoruz. Tasarım
yönetimi üzerine okuyanların çok iyi bildiği yazarlardan İngiliz
iki akademisyen
Rachel Cooper ve Mike Press'in söylediğine göre; tasarımcılar
21. yy 'da sürdürülebilir kalkınma, yeni teknolojilerin etkileri,
kullanılabilirlik, ekoloji, yoksulluk gibi konularla karşı
karşıyadır ve bunlarla baş etmek için, tasarımın firmaların
kısa vadeli çıkarlarının ötesinde yurttaşların hizmetine sokulması
gerekmektedir. Onlara göre, tasarıma atfedilecek böyle bir
rol, tasarım yönetimi kavramını da aşar. Bu nedenle, yeni
bir terime ihtiyaç duyulduğunu söylüyorlar.
İtalyan
profesör Ezio Manzini'nin, özellikle sürdürülebilirlik konusunda
çok önemli çalışmaları var. Ezio Manzini de benzer bir şeye
dikkat çekiyor. Ona göre de geçtiğimiz yüzyılda ürünler, hizmetler
üzerinde baskınken, günümüzde giderek artan bir oranda hizmetler
ürünler üzerinde baskın olmaktadır. Ürün temelli bir ekonomiden
hizmet temelli bir ekonomiye doğru bir paradigma değişimi
yaşanmaktadır. Bu dönüşüm ışığında firmaların daha farklı
ve yüksek bir tasarım yeteneğine ihtiyaçları vardır. Nihai
amaç, tasarım tarafından yönlendirilen bir firma olmaktır.
Sadece, tasarımın yönetildiği bir firma olmanın ötesinde,
tasarım tarafından yönlendirilen bir firma olmaktır. Manzini,
tasarım yönetimini, tasarım sürecinin yönetimi ve tasarım
işlerinin diğer firma işlevleriyle uyumlu bir şekilde yürütülmesi
olarak tanımlarken, sözünü ettiği yüksek tasarım yeteneğini,
'tasarım yönlendirme' olarak tanımlıyor. Ona göre, tasarım
yönlendiricisi, firmanın ürün stratejilerini imalata ilişkin
teknik faktörlerin yanı sıra, kültürel ve iletişime dair faktörleri
de dikkate alarak belirler. Bu anlamda, tasarım yöneticisi,
kurumsal stratejiyi de 'tasarlar.
Buradan
yeni bir kavrama gidiyoruz; 'stratejik tasarım'. Manzini'ye
göre, stratejik tasarım firma stratejisine şekil vermektir.
Stratejik tasarım, bir firmanın kendisini pazarda ve toplumda
nasıl konumlandırdığı ve sunduğunu belirleyen entegre bir
yapı olarak ürün, hizmet ve iletişim unsurlarına ilişkindir
ve dolayısıyla firma stratejisini şekillendirir.
İngiltere'de
Royal Mail posta idaresinde tasarım yöneticiliği yapan David
Griffiths
de tasarım yönetimi kavramının üç şekilde anlaşılabileceğini
söylüyor. İlk başta operasyonel düzeyde tasarım proje yönetimi
ya da tasarım proje ekiplerinin yönetimi olarak anlaşılabileceği
gibi bir organizasyonun rekabetçi üstünlüğüne odaklanacak
şekilde tasarım liderliğinin stratejik kullanımı olarak da
anlaşılabilir. İşte, bu ikincisi daha üst düzey bir yönetim
faaliyetinden söz ediyor ve bunu stratejik tasarım olarak
tanımlayan bazı yazarlar var.
Nitekim,
tasarım yönetimi üzerine çok fazla çalışma yapılan, en fazla
kurumsallaşmanın yaşandığı ülkelerden İngiltere'de, İngiliz
Standartlar Enstitüsü'nün yaklaşımında da artık, tasarımın
kurumların uzun vadeli gelişme planlarını etkileyecek stratejik
bir rol oynaması gerektiği yönünde. Tasarım yönetimi sürecinin,
yeni bir ürün veya servis fikrinden önce, firmanın kendi kabiliyetlerini
tanımlama ve değerlendirme ve dolayısıyla bunlara uygun ürün
stratejilerinin belirlenmesi aşamasından itibaren başlaması
gerektiğini öne sürmektedir. Tasarımcılar, bu süreçte de yer
almalı, tasarım yöneticisi firma stratejisinin ve firmanın
ürün geliştirme stratejilerinin belirlendiği süreçte de yer
almalılar. Tasarım yönetimi, o süreci de etkileyen bir faaliyet
haline gelmeli.
Başka
bir değişim yönü, ürün merkezli yenilik yerine, deneyim merkezli
yenilik kavramına dönüşüm. Bundan kastedilen nedir? Tasarım,
artık insanların birbiriyle nasıl iletişim kurduğuyla ve ürünlerin
bu ilişkiyi nasıl kolaylaştıracağıyla ilgilidir. Tasarım merkezi,
bir ekonomik etkinlik, temel bir yeti, yenilik ve imaj inşa
etme sürecinin bir parçasıdır. İşletmelerin içsel bir faaliyet
alanı olmasının yanı sıra, yaşam deneyimleri hakkında bir
düşünme biçimidir. Nasıl bir deneyim yaratabiliriz ve bunlar
insan davranışlarını ve dünyayı nasıl etkiler? Bu sorular,
tasarımın ilgi alanına girer ve dolayısıyla tasarım yöneticiliğinin
de ilgi alanına girer. Bu yeni yaklaşıma göre, tasarım hem
ürünlerle hem de ürün çevresi ve ürün deneyimiyle ilgilidir.
Marka kimliği, ambalaj, ürün ve çevresel bilgi erişimine ilişkin
tüm tasarımların, bütüncül bir kullanım deneyimi yaratmak
için uyum içinde olması gerekmektedir. Bütüncül bir kullanım
deneyi ve perspektifinden bakıldığında, tasarım yönetimi yalnızca
kişilerin ve sürecin yönetimi anlamına da gelmez. Tüm ürün
deneyiminin parçalarına ayrılması ve analizi, tasarımcının
firmanın ekibiyle çalışarak o deneyimi anlaması ve katkıda
bulunmasını sağlamak anlamına da gelir.
Burada,
bir konuya dikkatinizi çekiyorum, tasarımcıya yeni bir rol
biçiliyor. Tasarımcı, sadece "brief"i alan ve bu
"brief"e göre iş yapan kişi değil, doğrudan firmayla
birlikte firmanın stratejisini de tasarlayan kişi olacak.
Böyle yepyeni bir rol biçiliyor, hatta daha ileri gidiliyor.
Üçüncü tarife baktığımızda, tasarımın gelişimini gördük. Bu
gelişmede, çok daha genel tanımlar yapılmaya başlanıyor artık.
Tasarım yönetimi, bir firmanın amaçlarına ulaşmasına yardımcı
olmak üzere, tasarımın planlı uygulamasıdır. Tasarım sorumluluğunu
üstlenen kişi, tasarım yöneticisidir. Burada, çok genel bir
tarif yapılıyor. Deniyor ki; firmanın amaçlarına ulaşmasına
yardımcı olmak. Eğer firma, amaçlarını çok üst düzeyde tanımlarsa,
tasarım yönetimi çok daha üst düzeyde gündeme gelebilir. Firma,
amaçlarını dar anlamda, kısa vadeli ticari performansa göre
tanımlarsa, o zaman tasarım yönetiminin de kapsamı sınırlı
olacaktır.
Şimdi
bu tanımlardan sonra, yönetim düzeylerine kısaca bakalım.
Tasarım yönetimi, hem stratejik hem de operasyoneldir. İki
düzeyde ele alınabilir. İlk olarak, en üst düzeyde temel tasarım
politika kararlarının alınması gerekir. Daha sonra da, temel
tasarım politika kararlarının alınmasından sonra, her tasarım
projesinin operasyonel düzeyde yönetilmesi gerekir. Tasarımın
firma içinde mi, firma dışında mı bir faaliyet olarak yönetilmesi
gerektiği, stratejik düzeyde ele alınması gereken kararlardır.
Koreli yazar Chung, bu ikili ele alışa, bir üçüncü düzey ekliyor;
Ona göre, tasarım stratejik düzeyde, taktik düzeyde ve operasyonel
düzeyde ele alınabilir. Stratejik düzeyde, kurumsal tasarım
yönetimi gündeme gelir. Taktik düzeyde, tasarım organizasyon
yönetimi, tasarımın Ar-Ge birimi içinde mi yerine getirileceği,
ayrı bir tasarım birimi içinde mi yerine getirileceği, firma
dışından ya da firma içinden bir ekip kurarak mı yerine getirileceği
gibi kararlar verilir. Her düzeyde de farklı bir tasarım yöneticisi
kimliği tanımlamak gerekir. En sonda da tasarım proje düzeyi
var. Ne yapacağınıza karar verdikten sonra, onun proje düzeyinde
yönetilmesi gerekir. Onun için de ayrı bir yönetim faaliyeti
gündeme gelir.
'Tasarım
Yönetimi' isimli bir kitabı olan Brigitte Borja de Mozota'ya
göre, tasarım yönetiminde üç düzey var ve her üç düzeyde,
tasarım farklı bir rol oynar. Tasarımın operasyonel, işlevsel
ve stratejik rolü vardır. Mozota'ya göre tasarım ve yönetim
karşılıklı olarak birbirlerine fayda sağlarlar. Tasarım ve
yönetimin ortak yönleri vardır ve tasarım yönetimi alanı,
yönetim kavramlarıyla zenginleşmenin ötesinde yeni bir kavrama
kapı açar; 'tasarım yoluyla yönetim'.
Son
gelinen noktada nelerden söz ettik? Belki kısaca bir özet
olacak. Önce, tasarımı yönetmek diye başlayan bir süreç var.
Daha sonra tasarım yönetimine gelinen bir nokta, stratejik
tasarımla tasarım yönetimini biraz daha geliştiren bir kavramsallaştırma
çabası, tasarım liderliği ve en son geliştirilen kavramlarda
tasarım yoluyla yönetim kavramını getiriyor. Tasarım yoluyla
yönetim (managing as designing), tasarlar gibi yönetmek işletme
eğitiminde, tasarımın bizzat dahil edilmesi ve tasarımcıların
işletmecilere örnek olmasından söz ediliyor. Buna da Amerika'da
birkaç işletme okulu önderlik ediyor. Bu konuda düzenlenen
konferanslar var...
Ben
kısaca konunun gelişimi hakkında ve kapsamı hakkında size
bilgi vermeye çalıştım. Teşekkür ediyorum.
Alpay
Er:
Teşekkürler.
İkinci konuşmacımız Hüsnü Karagözoğlu. Evet, Hüsnü Bey bize,
Özlem Hanım'ın açtığı çerçeve içinde, üst yönetimin perspektifini
anlatacak. Kendisinin Kelebek Mobilya'daki değerli deneyimlerinden
faydalanacağız. Evet, söz sizde Hüsnü Bey.
Hüsnü
Karagözoğlu:
Değerli
konuklar, kıymetli katılımcılar, ben sözlerime bu güzel fuarı
ve bu etkinlikler dizisini hazırlayan ve burada emeği geçen,
katkıda bulunan, sponsorluk yapan herkesin ellerine sağlık
diyerek, teşekkür etmek ve bunun devamını dileyerek başlamak
istiyorum.
Bugünkü
konuşmamda, sözlerime önce rekabetin şöyle bir kısaca tarihsel
gelişiminden söz ederek başlamak istiyorum. Daha sonra, Kelebek
Mobilya'daki 20 senelik deneyimimde tasarımla, tasarımcılarla
ve tasarım yönetimiyle ilgili deneyimlerimi aktaracağım. Son
olarak da, 'tasarım yönetimi, çeşitli boyutlardaki firmalarda
nasıl olmalı? En azından nereye doğru gitmeli? Tasarımcılar
nelere dikkat etmeli?' konularındaki görüşlerimi sizlerle
paylaşmaya çalışacağım.
İkinci
Dünya Savaşı'ndan sonraki döneme bakarsak ki gerçek anlamda
endüstrinin hırpalandığı bir dönem, savaş endüstrisi var.
Daha önce, üst üste iki tane savaş yaşanmış. İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonraki döneme baktığımızda, uzunca yıllar ekonomik
hayatta, üretimin 'kral' olduğunu görüyoruz. Gerçekten, insanların
ihtiyacı olan bir şeyi üretmeye başladığınızda, eğer onu standardize
edip bol miktarda üretiyorsanız sizden daha büyüğü yoktur.
İnsanların ekonomik düzeyleri son derece düşüktü. Ancak, ihtiyaçlarına
para ayırabilecek durumları vardı. Fazla çeşit yoktu, ihtiyaçlarını
sıraya koyup bulduklarını bir an evvel almaya çalışıyorlardı.
Bu dönemde, fiyat kavramı tamamen üreticilerin elindeydi.
Maliyet hesaplanıyordu, maliyet hesaplanırken de biraz bol
kepçe hesaplanıyordu. Üzerine de, eh işte, yeni bir rakibin
girmesini engelleyecek bir kâr konuyordu ve eşittir maliyet,
artıkar, eşittir fiyat oluyordu. Böyle bir dönem yaşanıyordu.
Ancak,
yıllar geçtikçe, durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Öncelikle,
ufak tefek rakipler çıktı. Bu rakipler karşısındaki rekabet
gücünü, insanlar bol kepçe, daha önceki maliyetlerini biraz
daha kısarak, biraz daha dikkat ederek, sonra kârlarını makul
ölçülere indirerek devam ettiler. Bu dönemdeki en büyük marifet,
aynı standart ürünü en çok sayıda üretmekti. Bu durum, 1960'ların
ortalarına kadar sürdü. 1960'ların ortalarına geldiğimizde,
1970'lere doğru giderken, artık dünyada bir şeyler değişmeye
başlamıştı. O zamana kadar yaratılan bu ekonomik değerler,
toplumla ister istemez paylaşılmıştı. Üreticilere paylaştırılmıştı,
servis yapanlara, hizmet yapanlara, satıcılara vesaire. İnsanların
elinde artık para vardı. İnsanlar, yavaş yavaş ihtiyaçlarını
daha kolay giderir duruma gelmişlerdi ve başka şeylere bakmaya
başlamışlardı.
Yine
aynı dönemde, teknoloji de hızla değişmeye başlamıştır. Yavaş
yavaş, bilgi çağı dediğimiz çağa doğru hızla ilerliyorduk.
Bütün bunların sonucunda, bir de baktık ki, müşteriler gittikçe
daha fazla çeşit istemeye, daha fazla yenilik istemeye başlamışlardı.
Artık, ortaya çıkan yeni ekonomik düzende, teknolojisini sürekli
değiştirmeyen, sürekli piyasadaki yeni isteklere cevap veremeyen
firmaların rekabet koşullarında var olmalarına, müşteri taleplerine
cevap vermelerine, pazar paylarını korumalarına imkan kalmamıştı.
Üretimin
kral olduğu dönemlerde, satın almanın bir numaralı faktörü
ihtiyaçken, insanlar ihtiyaçlarını gidermek için satın alırlardı.
Artık, 1970'lere yaklaştığımız günlerde, satın almadaki bir
numaralı etken ihtiyaç olmaktan çıkmıştı artık, istek ön plana
gelmeye başlamıştı. Artık, insanlar eskiden olduğu gibi, sağlam
olsun, uzun yıllar bizi götürsün, aman çocuk onu kırmasın
gibi düşünceler yerine, hoş olsun, trendy olsun, beni içindeyken
mutlu etsin, çocuğumu incitmesin, ekolojik olsun gibi birtakım
değişik tercihlerle satın alma kararlarını vermeye başladılar.
Artık,
malların fiyatları da eskiden olduğu gibi fiziki yapılarından
kaynaklanarak belirlenmiyordu. Tam tersine, başka bir dönem
başlamıştı. Artık, müşterilerin o mala verdiği değer fiyatı
oluşturuyordu. Dolayısıyla, daha önceki, "maliyet artı
kâr, eşittir fiyat" mutluluk dönemi geride kalmıştı.
Ortada bir fiyat vardı, eksi sizin maliyetiniz vardı, geride
de kalırsa bir kâr vardı. Bu kâr da bazen eksi oluyordu. Eksi
olunca da oyunun dışında kalıyordun.
İşte,
bu dönem, yeni bir dönemdi ve bu süreç içersinde de krallar
sürekli değişti. Ne oldu, eskiden üreticiler kraldı. Sonra,
o eski Amerikan filmlerindeki gibi, satıcıların kral olduğu
dönemler geldi. Ondan sonra, pazarlamacıların kral olduğu
dönemler geldi. Sonra, 80'lere gelindiğinde çok para kazanılmıştı.
Ortada herkeste para vardı. Bu paralar nerede değerlenecekti?
Ayrıca, firmaların teknolojik dönüşüm zamanı gelmişti. Yatırım
yapılması lazımdı. Finansçıların kral olduğu zaman gelmişti,
ama şimdi, 80'lerden sonra kral değişmişti. Müşteri yenilik
istiyordu. Bu bir gerçekti. O zaman, kim kral olacak? Yeniliği
yaratan kral olacaktı ve bunlar da kral oldular. Sonra, uzunca
bir müddet, bu şekilde gidecek gibi gözüküyor. Kim bu krallar?
Yeniliği kim yaratırsa o. Ancak, endüstri tasarımcıları bu
işteki en büyük adaylar. Tabii ki, mühendisler de kral olacak,
eğer yeniliği
yaratıyorsa. Tabii ki, bilgisayarcılar; şahane bilgisayar
oyunlarını yaratıyorlarsa. Bunlar yeni krallar olarak karşımıza
çıkacaklar.
Şimdi,
bu sürecin bahsettiğim son evresindeyiz. Ben de 1980'li yılların
başlarında Kelebek Mobilya'ya katıldım. 1970'lerde, mühendislik
eğitimim sırasında üretim dersini alırken, bize hala Taylor
serileri anlatılırdı. Taylor serileri denilen şeyin marifeti,
'standart bir ürünü, bir üretim hattında en optimum hangi
büyüklükte üretirsen en çok parayı kazanırsın'dı. Yani, halâ
daha seri üretim ve aynı üretimin çokça üretilerek çokça para
kazanılması dönemi vardı. O dönemden çıkarak, profesyonel
iş hayatıma başladım.
Türkiye,
kendi ekonomik yapısı gereği birazcık bu rekabetçi ortama
geç girdi. Çünkü, 1980'den önce, Türkiye'de ciddi miktarda
korumacılık vardı. Türk sanayi korunuyordu, o nedenle gerçek
rekabet hissedilmiyordu. '80'lerde Kelebek'te işe başladığımızda,
hayat bizim için son derece kolaydı. Çünkü, '70'lerin sonunda
'78 yılında, Avrupa'nın en iyi mühendislik firmalarından birisi,
fabrikanın "layout"unu hazırlamış, en iyi makineleri
seçmiş, makineleri kurmuş, iki model yatak odası, bir model
de yemek odasını üretim hattına
sokmuş, bir sene de işletmiş ve terk etmişlerdi. Giderken
de bir not bırakmışlardı: "Aman, burada fazla çeşide
girmeyin, fazla çeşide girerseniz üretemezsiniz.'
Olay,
klasik bir Taylor serisi. Hat var, standart bir ürün var,
üret üretebildiğin kadar, eğer pazarlayabiliyorsan. O sorun
da aşılmıştı; o gün için çok parlak bir düşünce ürünü olarak
Kelebek Mobilya mağazaları oluşturulmuştu. Bu ürünler, burada
satılıyordu. Aslında, o gün için parlak olan bu fikir, yıllar
içerisinde ayak bağı haline geldi. Ve Kelebek Mobilya'nın
rakiplerinin de kötü bir şekilde kendilerine model almalarına
neden oldu. Bir anlamda kötülüktü, ama o gün için doğruydu.
Bu mağazalarda ürün üretiliyordu ve şahane bir şekilde satılıyordu.
Hiçbir problem yoktu. İnsanlar o günlerde, tabii ki piyasanın
% 5'inden bahsediyorum, marangozların sözlerini yerine getirmemesinden,
söz verdiği ürünle eve gelen ürünün farklı olmasından, fiyat
karmaşasından, kalite sorunlarından bıkmışlardı. Burada, hiç
olmazsa gördükleri mal eve geliyordu. Beğendiyse, tatmin olduysa,
yani istedikleri kalite düzeyini yakaladılarsa herkes mutluydu.
Biz de mutluyduk.
Fakat,
olayın böyle gitmeyeceğini kısa zamanda gördük. İşte, yöneticilerin
de marifeti herhalde buralarda çıkıyor. Ben de o zaman, o
takımdan birisiydim. Dünya hızla değişiyordu ve çeşit ihtiyacı
yakında gelecekti. İlginçtir, bu istek bayilerden gelmiyordu.
çoğu zaman da böyledir zaten. Bu ihtiyacı hissettik. Peki
ne yapacağız? O senelerde moda olduğu gibi, hala daha bu isim
devam ediyor ve bizim de aslan gibi bir Ar-Ge departmanımız
var. Orada duruyor araştırma geliştirme departmanı. Ama "Ne
iş yapıyor?' derseniz, tasarımla ilgili hiçbir iş yapmıyor.
Ar-Ge departmanının esas olarak yaptığı, özel projelere bizim
mevcut standart mallarımızla beraber, mallar teklif etmek.
İş alınırsa da o işi gerçekleştirmeye çalışmak. Yani, özel
projeler görevini yapıyorlar. Bu
departman, İstanbul'da oturuyor. Fabrikamız ise Düzce'de.
1980'li
yılların ortasına geldiğimizde arkadaşlarımızı çağırdık, dedik
ki 'Bize yeni modeller lazım. Bir tane yatak odası, iki tane
de yemek odasını bize hazırlayın. Bayiler toplantısında sunacağız.'
"Tamam" dediler, fakat çok kısa bir süre var. İşte,
bir süre sonra geldiler dediler ki "Tasarladık ne yapacağımızı,
ama fabrikada yapmaya kalkarsak, hem fabrikanın işini sekteye
vurduracağız, hem de yetişmeyecek. Biz bunu dışarıda üretelim,
sonra yaparız.' Tamam, bayi toplantısı günü, her zaman olduğu
gibi, son gece binbir çabayla hatta sabaha karşı, mallar kuruldu.
Her şey gayet güzel, bayiler son derece mutlu, gören bayıldı.
Çok güzel mallar. "Biz bunları şahane satarız' sesleri
yayılmaya başladı. Nasıl olsa çok satılacak diye düşünüyoruz.
Daha sonra, üretimden gelen arkadaşlar da çok beğendi. Toplantıya
başladık. İşte, bu konuyla ilgili konuşuluyor. Bir süre sonra,
utana sıkıla, fabrika müdürü arkadaş çıktı, dedi ki 'Yalnız,
biz bunları üretemeyiz.' Tam bir skandal!
Aradaki
süreci geçiyorum, neticeye geliyorum. Ar-Ge departmanı dağıtıldı.
İş ikiye bölündü. Bir departman özel projeler müdürlüğü olarak
İstanbul'da kaldı, Düzce'de ise, 'model geliştirme ve prototip
atölyesi şefliği diye, ismi de uzun, içinde ileriye yönelik,
yeniliğe yönelik ve tasarıma yönelik hiçbir kelime barındırmayan
yeni bir organizasyona geçtik. Burası için tasarımcı aramaya
başladık. İşte, bu başlı başına bir dertti. 1980'lerin ortasında,
biz Düzce'ye çok uzun müddet tasarımcı bulamadık. Uzak olmasındandı.
Hakikaten, o zaman uzaktı. Şimdiki gibi, böyle bir buçuk saatte
ulaşılmıyordu. Tasarımcı sayısı azdı, tasarımcı yetiştiren
okul azdı. İyi tasarımcılar, eğer illa mobilyayla ilgilenmek
istiyorsa, kolay bir şekilde bir takım üretimler yaparak onları
satıp, çok güzel para kazanıyorlardı.
Neyse,
ama bütün bu çabalara, bütün bu zorlukIara rağmen, epeyce
sayıda tasarımcı arkadaşla çalıştık. Ama, aynı zamanda ikiden
fazla tasarımcıyı hiçbir zaman için istihdam edemedik. Bu
tasarımcı arkadaşlardan hiçbir zaman yeni tasarımlar için
gerekli verimi alamadık. Bunun nedeni neydi? Belki, arkadaşlardan
kaynaklanıyordu, belki de organizasyon yapısının kendisinden
kaynaklanıyordu. Yeni ürünlerle ilgili, pek bir başarı sağlayamadık
bu arkadaşlarla.
Ama
90'lara geliyoruz, acil mal ihtiyacımız var çok iyi satmamıza
rağmen. O dönemde hala piyasada çok iyi satıyorduk. Sonunda,
kalabalık bir grup olarak fuarlarda model peşinde koşmaya
başladık. O yıllarda, ürün ömürleri uzundu. Bugünkü kadar
kısalmamıştı. Bir baktık, Avrupa'da herkesin ürettiği bir
yatak odası modeli var. Bir de bir genç odası modeli var.
Biz bunları beğendik. Üç senelik uğraş sonunda, bu iki modeli
de dışarı çıkardık. Ama bu uğraşlar, hani o karikatürize edilen
Japonların sanayi hırsızlığı vardır ya, ondan daha beter.
Bizimkiler, cetvelle mezurayla falan girerek, dolapıarın içinde
flaşla fotoğraf çekerek modeliere bakıyorlardı. Biz bu modelleri
ürettik ve bu modeller hala Türkiye'de en çok satılan modellerdir.
Herkes tarafından üç ay içinde taklit edildi.
Biz,
üç sene uğraştık bir tanesini çıkardık. Üç ayı abartıyorum
çünkü, teknolojik imkanları müsait değildi. Biz de o dönemde
para kazanıp teknolojimizi geliştirmiştik. Teknolojimizi bu
işe uygun hale getirmiştik. Bir yatırım gerekiyordu. Diğerleri
hemen yapamadılar, ama yaklaşık bir sene sonra yavaş yavaş
taklitleri çıkmaya başladı. Mal yetiştiremiyoruz. Bayiler
yine mutlu. Önceyi unutmuşlar. Tamam artık, sanki ömürlerinin
sonuna kadar bu malları satacaklar ve iş bitecek.
Biz
durumun öyle olmadığını görüyorduk. Ne yapacağız? İçeriden
de verim alamıyoruz. Dış yardım alalım dedik. Bu işi "outsource"
yapalım. Bir arayışa girdik. O dönemde, neden olduğunu bilmiyorum,
iç tasarım gruplarını aramadık. Pek fazla da bilmiyorduk açıkçası.
Yani, tanıdığımız bir yerler yoktu. Belki sayısı da zaten
çok azdı. Var olanlar da değişik konularda uzmanlaşmışlardı.
Önder Küçükerman'la da bir iş kurabilirdik, ama o da çok fazla
miktarda Şişecam'la, çalışıyordu. Yurtdışına yönümüzü çevirdik.
O dönemde istanbul Teknik Üniversitesi'nin bir "workshop"u
vardı. Burada Nigar Hanım'a bir kere daha teşekkür etmek istiyorum.
Nigar Beyazıt hocamız bu işi organize ediyordu. Biz sponsor
olduk. Bizim art düşüncemiz vardı. Aslında, böyle şeylere
zaten sponsor oluyorduk, ama bir yandan da bu gelen yabancı
tasarımcılarla işbirliği yapma düşüncemiz vardı.
Tasarımcılarla
tanıştık ve iki tanesiyle iki senelik bir sürecin sonunda
'97 senesinin sonlarıydı yanlış hatırlamıyorsam, anlaştık.
Bunlar, ismilerini söylemekte hiçbir sakınca görmüyorum, Dante
Donegani ve Giovanni Lauda diye iki İtalyan tasarımcı. Niye
İtalyan? Gelenler İtalyan'dı. Ama, bir yandan da şu vardı;
İtalya, modanın yaratıldığı bir yerdi, tabii ki biz de modayı
hep fuardan fuara bir senelik periyotlarla yakalamaya çalışıyorduk.
Bu
iki tasarımcıyla çalışmaya başladık. Üç senelik dolu dolu
bir çalışma yaptık 1998-2000 yılları arasında. Bu çalışma
hala devam ediyor, ama ben Kelebek Mobilya'dan ayrıldım.
Bu çalışmaya başlarken, öncelikle tekrar organizasyonumuzu
değiştirdik. Yeni bir komite kurduk. Adı 'tasarım komitesi'
oldu. Genellikle, şirketler de devlet dairesi gibidir. Bu
komiteler çoğunlukla çalışmaz. On komite kurulursa, sekiz
tanesi çalışmaz, belki iki tanesi çalışır. Bizimkisi çalışanlardan
oldu. Bu komite, sene boyunca her ay, peş peşe iki gün mutlaka
tasarım konuşmak için bir araya geldi. Kimlerdi bu komitenin
katılımcıları? En üst düzeydeki pazarlamadan ve satıştan sorumlu
arkadaşımız, en üst düzeyde fabrika sorumlusu arkadaşlarımız,
yani teknik sorumlu arkadaşlar, tasarım ekibindeki arkadaşlar
ve o dönemde en üst yönetici bendim en üst karar verici bendim.
Bizzat, ben de o toplantılara giriyordum.
Bu
kadar üst düzeyden girilmesinin bir nedeni de şuydu; ister
istemez benim iş hayatımda gördüğüm, mobilya gibi, giysi gibi
üretimlerde herkes üretilen ürünün güzel mi, çirkin mi olduğunu
söylemeye çok meraklıdır, hemen de söyler. Zaman zaman şuna
da rastladım yöneticiliğim zamanında; başarılı olabilecek
bir takım ürünlerin sırf bu yüzden reddedildiğine de şahit
oldum. O nedenle, en üst düzeyde katılım sağlanırsa ve o en
üst düzeydeki 'beğendim, beğenmedim' derse yanıldı. Yandı
zaten. Herkes, onunla aynı fikirde oluyor. O dememeyi başarırsa
güzel gidecektir. Hakikaten çok güzel gitti. Bütün arkadaşlarımız
bu olayda çok özverili çalıştı. Bizim model geliştirme ve
prototip atölyesi çalışmaya devam etti.
Bir
de tasarım komitesi kuruldu. Dediğim gibi, üç sene boyunca
her ay, peş peşe iki gün toplantı yapıldı. Toplantılardan
birincisi, mutlaka Düzce'de fabrikadaydı. İkincisi, gerekirse
Düzce'de veya İstanbul'da yapıldı. Bir toplantının kesitinden
de bahsetmek isterim. Düzce'deki herhangi bir toplantıda,
sabah 9'da oturduğumuzda, hemen bir önceki toplantıdan kayda
alınmış, hazırlanmış prototipler görülüyordu. Yeni bir eksiklik
varsa. yeni istenen bir şeyler varsa, hemen giderilebiliyorsa
hemen gideriliyordu. Giderilemiyorsa, bir sonraki toplantıya
kalması gerekiyorsa, kayıt altına alınıp konu geçiliyordu.
Prototip bitmişse, hemen ilgili departmanlara, pazara sürülmesi
için ki o anda pazara sürülme kararı verilmiş olurdu, talimat
verilirdi. Arkasından İstanbul geliyordu. İstanbul'daki toplantıda
da yeni yapılacak ürünlerle ilgili, eğer varsa yüzey cinsi,
kulp vesaire gibi konular İstanbul'da gözden geçiriliyordu.
Malların mağazalarda nasıl konumlanacağı konusunda çalışmalar
yapılıyordu. Gerekirse, gidip İstanbul'daki bazı mağazalarda
bunlar görülüyordu. Koltuk takımı çıkartılacaksa kumaşçıya
gidiliyordu, kumaş seçilmeye çalışılıyordu. Üç sene boyunca
bir tanesini bile beğendiremediğimizi de söylemek zorundayım.
Bir adet bile istedikleri kumaştan koltuk takımı çıkarmayı
başaramadık. Ama, böyle bir çalışma dönemi oluyordu. İkinci
günün sonunda tekrardan oturuyorduk.
Peki
üç senenin sonunda ne oldu? Üç senenin sonunda, şöyle bir
noktaya gelmiştik. O an için satılmakta olan ürünlerin yüzde
65'ten biraz daha fazlası, tamamen bu üç sene içinde üretilen
mamullerdi. İlk senede pek fazla mal çıkartamadığımızı düşünürsek,
bu yüzde 65'in önemi biraz daha fazla olarak algılanacak tahmin
ediyorum. Bir modeli çıkartma sürecimiz, "brief"
vermemizle mağazada olması arasında geçen süre beş aya kadar
inmişti. Biz de bir malın mağazada olması demek, mutlaka yeterli
sayıda üretilmiş olması demek.
Peki,
şimdi baktığımda bütün bu çalışmada kuvvetli olduğumuz ve
zayıf olduğumuz yönler neydi? Bundan da biraz bahsetmek istiyordum.
Bir defa kuvvetli olduğumuz yönün başında teknik geliyordu.
Gerçekten fabrikamızdaki elemanlar, tasarımcılarımız son derece
konularında yetkin insanlardı. Bence komiktir, Kelebek Mobilya
yıllarca dört ayaklı masa yapamamıştır. Dört ayaklı masa yapabilmemiz
için, ya eteği çok aşağıya indirmemiz lazım, ya da tuhaf bağlantılar
yapmamız. Ona rağmen olmuyordu, bacaklar içeri kıvrılıyordu.
Bunlar bize çok kolay bir metot gösterdiler ve tablanın altına
dört ayağı oturtmaya başladık. Onlar da anladılar ki biz meseleleri
çözebiliyoruz ve böylece tasarım yapmakta hızlandılar, teknik
detaylarla fazla uğraşmadılar. Kendi tasarım ekibimize yeterli
olanakların hepsini fazlasıyla verdik. Bilgisayar donanımlarından
tutun, dünyayla ilişkileri ve dünyadan hangi malı isterlerse
getirmeleri konusunda yeterli imkanı sağladık. Tasarımcılar
buraya geldiklerinde, yirmi dört saat beraber yaşayarak, bayilerle
beraber olmalarını sağlayarak, onlarla beraber fuarlara giderek,
fuarlarda beraber gezerek, bayi toplantılarına onları getirerek
pazarımızı daha iyi anlamalarını sağladık.
Komik
şeyler de oldu bu arada. İlk yemek odasını istedik '98 yılında.
Getirdiler, önümüze açtılar, beyaz ve cam bir arada. Yani,
olacak şey değil. Bir kere, beyaz Türkiye'de hiç tutmaz, hadi
beyaz neyse ama, alüminyum çerçeve içinde cam, cam da üstelik
içini göstermiyor 'milky' cam. Hani, bugün çok moda. Biz,
böyle bir tuhaf olduk, bir şey de söyleyemiyoruz. Neyse, biz
bu ürünleri ürettik, bayileri çağırdık, gösterdik. Bayiler
baktı, baktı, baktı... Çokça da camlı model koyduk. 'Abi,
eczane mi açıyoruz' dediler. Aradan iki sene geçti, aynı bayiler
'Bunları niye yatak odasında kullanmıyoruz' diye bizi fırçalar
duruma gelmişlerdi. Yani, bu kadar da yeniliğe çabuk adapte
olduk. Biz de direnmedik ama. Yeniliklere direnmedik. Onlarla
beraber yürümeye çalıştık.
Peki,
sonraki zayıf yönlerimiz neydi? Neyi başaramadık? Ürünlerin
doğru bir şekilde müşteriye sunulmasını başaramadık. Eksik
kaldık, vakit olmadı, deprem oldu vs. Ama, bunu başaramadık.
Çok sayıda mal üretmiştik. O dönemde, bir konseptimiz vardı.
Firmanın stratejik bir amacı vardı zaten. Gitmeye çalıştığı
bir yön vardı. Müşteri dostu mağazalara, akıllı mağazalara
dönüştürmeye çalışıyorduk mağazalar zincirimizi. Bir yandan
da bir sürü ürün geliyordu. Bu ürünleri, mağazalara doğru
yerleştiremedik, yeterli yenilemeyi yapamadık. Diğer iletişim
kanallarında da bu tasarımcılarımızı yeterince kullanamadık.
Kullanmaya çalıştık ama kullanamadık. En önemlilerinden bir
tanesi, ürünlere isim verdiremedik. Bütün tasarımcılara önemli
tavsiyelerimden bir tanesi, ürettiğiniz tasarımlara mutlaka
isim verin. Kelebek'te hala da isim yoktur. Fiyat listesinde
tuhaf tuhaf şeyler görürsün. İki kapılı gardırop, üç kapılı
gardırop gibi. Hatta, bir tane sandalye üretmiştik 1983'te.
Değişik bir teknolojiyle kendimizin ürettiği bir sandalye.
Fiyat listesine girecek ismi çok basit, zaten bir tane sandalye
var, ve listedeki adı 'sandalye'. Aradan yedi sene geçti,
ikinci bir taneyi çaldık, ama çok düzgün bir sandalye, biz
de iyi çaldık. Yaptık ürettik bitti. Her şey bitti artık fiyatı
belirlendi. Piyasaya çıkmak üzere fiyat listesi basılacak,
isim yok. Ne yazacağız? 'Sandalye' bir tane var. Çok basit,
isim 'yeni sandalye' Nerdeyse, altı sene 'Yeni sandalye' diye
gitti. Sonra üçüncü modelde hepsini değiştirdik. Hepsini sandalye
yaptık kurtulduk.
Evet.
Kelebek'teki deneyimim de böyle geçti. Peki, sonrasına ne
planlıyorduk? Sonrasına bu tasarımcılarla birlikte her şeyden
önce mağazacılığa daha fazla eğilmek istiyorduk bu bir. İkincisi
daha da önemlisi üç sene bunlarla beraber yaşadıktan sonra
artık onları kullanarak bu tasarım komitesi gerçekten organizasyonun
bir parçası haline gelmişti. Bu organizasyonun içerisindeki
bu iki tasarımcıyı kullanarak, diğer dış tasarımcılara sipariş
vermeyi düşünüyorduk. Dante ve Giovanni'yi daha fazla mağazaların
yenilenmesi, yeni mağazaların yapılması, hatta yeni Kelebek
binalarının yapılması, iletişim kanallarından broşürlere kadar
onların karışmasını sağlayarak daha iyi ürünlerimizle toplum
arasında ilişki kurmak konusunda onları kullanmayı planlıyorduk.
Evet, böyle bir dönemimiz geçti şimdi de Kelebek Mobilya onlarla
çalışmaya devam ediyor.
Evet,
peki bütün bunlardan sonra ne söyleyebilirim size? Şunu söylemek
istiyorum; biraz önce Özlem Hanım, bu tip tasarım departmanlarına
değindi. Organizasyonlar içinde bunlar gizli yerlerde bulunuyorlar.
Özellikle de küçük ve orta boylu işletmelerde. Orta boylu
işletme derken, 20-30 milyon dolarlık cirodan 150-200 milyon
dolarlık ciroya kadar olan işletmelerden bahsediyorum. Çoğu
zaman, ortada tek başlarına bir varlık olarak bulunmuyorlar
ve servis departmanı gibi çalışıyorlar. Servis departmanı
ne demek? Yani, içteki departmanlardan sipariş alarak onların
isteklerini yerine getirmeye çalışıyorlar. Herhangi bir hedefleri
yok. Bir defa bunun değişmesi lazım. Mutlaka ve mutlaka tasarım
bölümlerinin, stratejik bir bölüm haline gelmesi lazım. Hedeflerine
varırken kat ettiği yolun da ölçolebilir olması lazım. Yani,
yaptıklarının da ölçülebilir olması lazım. Çok basit, bir
yılda kaç tane doğru dürüst mal piyasaya çıkarttı, kaç ayda
çıkartıyor vesaire gibi hedeflerinin olması lazım. Küçük firmalarda
kuvvetli bir tasarım grubunu oluşturmak kolay bir şey değil.
Birkaç tane tasarımcıyla, ancak çalışılabiliyor ve onlar günlük
işlerle çok fazla uğraşmak zorunda kalıyor. Her gün, birisi
bir şeyler istiyor, artık onlardan soruluyor. Bütün bunlardan
ileriye yönelik, yeniliğe yönelik çalışmak için az vakit buluyorlar.
Dolayısıyla, bu tasarımcılardan aynı zamanda çok fazla ürün
beklemek yanlış. Halbuki, dönem artık çok sayıda yeniliğin
sürekli piyasaya sürülme dönemi. Düşünsenize, buradaki en
eskiniz en yaşlınız benim. Annemin babamın döneminde, yaşam
tarzları hemen hiç değişmemiştir.
Bir
televizyon gelince değişti. Halbuki şimdi, hele benim çocuklarımda,
eminim ki yaşamları boyunca üç-dört kez yaşam tarzları değişecek.
Dolayısıyla, hep yeni ihtiyaçlar hep istekler doğacak. Bunları
yapamadığınız zaman, "out"sunuz bu işlerin içerisinde.
Dolayısıyla, kendi tasarım grubunuz, genelde ölçekli işletmelerde,
yenilikleri üretmede yeterli olmayacak. O zaman da dış kaynak
kullanılması lazım. Dış tasarımcılar için bu büyük bir fırsat
tabii.
Ama,
burada da küçük bir tehlike var. Dışarıda kullandığımız tasarımcılarla,
içeridekilerin de uyumunu sağlamanız gerek. Bu noktada, bir
kıskançlık olmaması lazım. Zaman zaman, eğer çok kuvvetli
bir tasarımcı varsa, bazen bu dışarıdan gelenlere sırtını
dönebiliyor. Yani, 'Onu da başkaları yapsın, ben de kendi
tasarımımı yapayım' diyebiliyor. Bundan kurtulmak biraz yöneticilere
düşüyor. Büyük firmalara gelince, onlarda öyle bir sorun yok
tabiiki. Çünkü, daha geniş bir tasarımcı gruba, yaratıcı ekibe
sahipler.
Burada
tabii, muhtemel bir tehlike daha var. Bazı küçük orta ölçekli
firmalarda bazen bu işte biraz israfa da kaçılıyor. Çok sayıda
tasarım, çok sayıda değişik tasarımcıya sipariş ediliyor.
Şimdi, bir yerde iyi. Yani, illa ki kötü bir şey değil. Bir
yerde iyi, ama sonuçta elde edilen ürünler bütünlüğüne biraz
dikkat etmek lazım. Bunu da şöyle tarif etmeye çalışayım;
diyelim ki böylece bir sene içerisinde yaptığınız on tane
ürünü bir yere koydunuz ve siz üretici firmasınız. Gelen ziyaretçilerin
şunu demesi lazım; 'Ne kadar güzel bir firma, ne kadar güzel
tasarımları var.' Şunu dememesi lazım; 'Kim bu? Ne kadar değişik
tasarımları toplamış, sanki toplayıcı ve satıcı şirket.' Bu
bile bir tasarım bütünlüğü meselesi. Bilmiyorum anlatabildim
mi?
Son
bir şey söyleyip bitiriyorum. Gelecek ticari hayatta başarılı
olmanın, rekabeti sürdürebilmenin koşulları belli. Belki,
bundan 20 yıl sonra değişir, bambaşka şeyler konuşuruz, ama
şimdi için belli. Bir defa, farklılık yaratacaksınız. Rakiplerinizden
farklı olacaksınız. Bir numaralı şart bu. İkincisi, ürünlerinize
değer katılmış olacak. Yani, sırf fiziki yapılarıyla olmayacak
değerleri. Üzerine değer katılmış olacak. Bunlardan bir tanesi
tasarım. Başka bir deyişle, bilgiyi kaldıraç olarak kullanacaksınız.
Teknoloji ve tasarım, bilginin kaldıraç olarak kullanılmış
şekilleri. Daha sık model değişmesi gerektiğini, daha sık
yenilik yapılması gerektiğini unutmayacaksınız. Müşteri isteklerine
gittikçe daha kısa zamanda cevap vermek zorunda olduğunuzu
hiçbir zaman unutmayacaksınız. Ne yaparsanız yapın, fiyattan
kopmayacaksınız. Fiyat, en önemli şeylerden biri. Çevreye
daha duyarlı ürünler, giderek daha fazla önem kazanacak diye
düşünüyorum...
Teşekkür
ediyorum.
Alpay Er:
Çok
teşekkürler. Hüsnü Bey'in konuşması gerçekten çok bilgilendirici.
Aslında, Kelebek üzerinden Türkiye'de sanayinin tasarımla
buluşması konusunda da çok renkli bir "case study"
tabii. Burada bulunmaktan dolayı şanslı hissettim kendimi.
Şimdi, Salih Karabacak'ta sıra. Salih Bey, Arçelik'in taktik
düzeyde veya organizasyon düzeyinde tasarım yönetimini nasıl
ele aldığını anlatacak.
Salih
Karabacak:
Önce
çok tereddüt ettim, hoş geldiniz mi desem, hoş bulduk mu desem.
Bu camiada çok yeniyim, bu kadar tasarımcı arasında ender
mühendislerden birisiyim bu ortamda. 'Hoşgeldiniz' demeyi
uygun buldum, kendimi de tasarımcılardan birisi olarak gördüğüm
için. Arçelik'teki uygulamaları, yapmaya çalıştıklarımızı
kısa bir sunuşla özetlemeye çalışacağım.
Önce,
organizasyondaki yerimizle başlayacağım. Şirketimizde, iki
tane ana grup var. Birisi, satış-pazarlama, diğeri de üretim-teknoloji.
Ürün planlama ve koordinasyon denilen yeni bir grup 2002 yılında
oluşturuldu. Daha önce, endüstriyel tasarım, gerek üretimin
altında, gerek satışın altında değişik pozisyonlarda yer aldı.
Şu andaki haliyle, yeni ürünleri tetikleyen ürün planlama
ve koordinasyon direktörlüğü diye bir organizasyon oluşturuldu.
Endüstriyel tasarım ve ürün yöneticileri bulunmakta burada.
Ürün yöneticileri, genelde fabrikalarda çalışmış, teknik donanımlı
mühendis arkadaşlardan oluşuyor. Dolayısıyla, fabrikadaki
makine ekipmanlarının kısıtlarını çok iyi bilen, mühendisliği
iyi bilen, ürün geliştirme mühendisi dediğimiz, 3D tasarım
yapan arkadaşların yeterliliğini çok iyi bilen ve pazarlamayla
beraber aynı lokasyona oturan insanlar.
Satış-pazarlamadaki arkadaşlarımız, genelde teknik konuları
bilmiyorlar ve müşterilerle beraber yapılan toplantılarda
bu arkadaşlarımız aynı binada toplantılara katılıyorlar. Müşterilerin
isteklerini birebir alıp fabrikalarla görüşen arkadaşlar ve
aynı grup içindeyiz. Ürün planlama ve koordinasyon direktörlüğü
altında, yaklaşık iki yıldan beri bu organizasyonla beraber
devam ediyoruz.
Arçelik'te
yeni projeler herkes tarafından teklif edilebilir, fakat yeni
proje kararı ürün planlama ve koordinasyon direktörlüğü tarafından
veriliyor. Tabii, bu kararı verirken ciddi bir fizibilite
çalışması oluyor. Bu fizibilite çalışmasında, pazar fiyatları
, satış fiyatları, satış adetleri, malzeme maliyetleri, işçilik,
yani kaç adam/saatte çıkacak gibi konular yer alıyor. Yapılan
fizibilite sonunda, ürünün yapılıp yapılmamasına karar veriliyor.
Burada, koordinasyonu yapmak adına, bu departman, beş ayrı
lokasyondaki üretim işletmelerimizde sürekli aylık toplantılar
yapılıyor. Mevcut ürünlerdeki sorunlar, yeni ürünlerin takdime
uygunluğu ve çözümlerini hep beraber görüşüyorlar ve pazarlamaya
raporluyorlar. Böyle bir misyonları var.
2001
yılında başlayan globalizasyon sonrasında Arçelik, Avrupa'da,
Almanya'da, Avusturya'da, Romanya'da değişik fabrikalar aldı.
Bunun sonrasında tabii ki, marka sayısı dokuza ulaştı. Üç
tanesi Türkiye'de, yedi tane yurt dışında. Bir tane ortaklık
olduğu için toplam on etmiyor, dokuz ediyor. Beko'yu, hem
yurt dışında, hem Türkiye'de saydığımız için bu nedenle, yeni
markalardan dolayı bir kısım tasarımlarımızı outsource etmiş
bulunuyoruz. Şu anda, Beko markası, tamamen kendi tasarımcılarımız
tarafından, Kasım ayında devreye alınacak ve bütün tasarımları
da içeride yapmaya çalışıyoruz.
Fakat,
dışarıda tasarım yapmanın bir avantajı oluyor. Ne olup bittiğini,
bakış açılarını çok rahat görebiliyorsunuz. Çünkü, farklı
ülkelerden tasarımcılarla görüşmek avantaj sağlayabiliyor
bizim tasarımcılarımıza. Böyle bir testere ağzı koydum hafızalarda
kalması adına.
Şimdi
burada, biraz önce Kelebek tecrübesinden de anımsayacaksınız,
testerelerin hatırlarsanız en keskin yeri uçlarıdır. En az
etki eden yeri de dibidir. Pazarda da satış fiyatları, yeni
bir ürün geliştirdiğimizde buralara üst noktalara çıkar, ürün
eskidiğinde dibe vurur. Genelde, tasarımı devreye alırken,
farklı olacak ürün, fakat çok da hızlı olması gerekiyor. Yani,
"Tasarımı ben yaptım, oldu, gerisi beni ilgilendirmiyor'
dediğinizde, sadece "styling" anlamında bir tasarımcı
olduğunuzda, parasal hedeflere hizmet edemiyorsunuz. Bu nedenle,
tasarımcıların ürün geliştirmecilerle, yani 3D tasarım yapan
mühendislerle beraber, Ar-Ge departmanlarıyla sörekli dirsek
temasında olması gerekiyor: Şirket tecrübeleri bunu gösteriyor.
Aksi
takdirde, şu noktalara geliyorsunuz; çok farklı bir tasarım
yapsanız bile, ürünü geç devreye alıyorsunuz ve bir şekilde
kaymak yiyemiyorsunuz pazarda.
Şimdi,
Arçelik'teki proje gruplarından bahsedeceğim. Tasarım departmanları
kimlerle beraber çalışmalı? Bu konular bizim açımızdan çok
kritik. Ürün yöneticileri dediğimiz arkadaşlar, teknik arkadaşlar.
Pazarlamayla beraber, aynı departmanda oturan arkadaşlar.
Mekanik tasarımcı dediğimiz arkadaşlar, fabrikalarda, üretimle
iç içe olan arkadaşlarımız. Bir de elektronik tasarım var.
Bizim çekirdek proje dediğimiz ekip bu dörtlü gruptan oluşuyor.
Bunlarla bizim sabah akşam beraber çalışmamız gerekiyor. Şu
anda da yaptığımız bu zaten. Bunlardan bir tanesi başarısız
olduğunda, proje de hedefe ulaşamamış oluyor, gecikiyor.
Bir
de genişletilmiş proje grubu çerçevesi çizdik. Buradaki departmanları,
tek tek getirmekte fayda varmış gibi gözüküyor. Satış ve pazarlamayla
projelerimiz oluyor. O zaman, sadece satış ve pazarlama ve
bu departmanların olduğu başka bir proje grubu oluşturuyoruz.
Burada, yeni ürün devreye aldığımızda mesela, fokus grup çalışmaları,
bu departmanla beraber yürütülüyor. Yeni ürüıü devreye aldığımızda,
ürünlerin sunuşunu bu departmanla beraber yapıyoruz. Bu departmanı
da normalde dört grubu geçtiğinde bir proje lideri atamak
durumundayız ve projenin yönetimi zorlaşıyor. Ortada kalan
işler oluyor. Sonuçta, sahipsiz işler olduğu için de şirket
kan kaybediyor, zaman kaybediyor.
Teknik
birimlerden, Ar-Ge'den bahsedeceğim**.
Şimdi,
Ar-Ge'de bizim teknoloji, malzeme ve fikri haklar dediğimiz
üç tane kilit departman var. Bizimle direkt teması olan departmanlar
bunlar. Teknoloji departmanında, mesela buzdolabı özelinde,
soğutma teknolojisini çok iyi biliyorlar. Fırın özelinde,
pişirme teknolojisini çok iyi biliyorlar. Çamaşır özelinde,
yıkama teknolojisi performansını çok iyi biliyorlar. Yine
süpürge teknolojisini, klimayı, hepsinin çekirdek teknolojisi
buradan kaynaklanıyor. Son zamanlarda, mesela Şubat ayında
Avrupa'da, 'Avrupa'nın
En Az Enerji Tüketen Buzdolabı Ödülü'nü aldık. Tamamen
Ar-Ge projesidir, fakat bu projeyi de Ar-Ge tek başına yapmadı.
Ar-Ge, elektronik tasarım, mekanik tasarım, endüstriyel tasarım
hep beraber geliştirdiler. Tek bir departmanın başarısı değil.
Avrupa'nın en az enerji tüketen buzdolabı ortaya çıktı.
Yine,
şu anda gündemde olan kahve makinesi de Ar-Ge'nin, elektronik
tasarımın, mekanik tasarımın, endüstriyel tasarımın ortak
projesidir. Bu da çok başarılı ve şu anda gündemde olan bir
üründür.
Şimdi,
tasarımları yaptığımızda her şey bitmiyor. Kaplama teknolojilerini
bilmeniz gerekiyor. Ancak, bunu tasarımcının bilmesi mümkün
değil. Nikel mi krom mu kaplayacaksınız? Boyayacak mısınız?
Yaş boya yapabilirsiniz, toz boya yapabilirsiniz, bunlar kritik.
Hangi malzemeyi kullanacaksınız? Malzemelerin çekmeleri hangi
oranda? Bu konuda burada uzmanlığı olan bir departman var.
Bu konularda bizimle zaten 50 metre mesafesi olan bir binadalar.
Hemen, bunlarla ilişkiye geçebiliyoruz ve problemlerimizi
çözebiliyoruz.
Bir başka departman fikri 'haklar departmanı'. Bu bütün tasarımcıların
ilişkide bulunması gereken bir departman. Arçelik'te, hem
tasarım tescili hem de patent tescili anlamında bütün takibi
tek bir merkezi birim yapıyor. Bunun, şöyle bir avantajı da
var. Rakiplerin tescillerini de takip etmek durumunda kalıyorsunuz.
Rakipler ne yapıyor? Altı ay sonra, bir yıl sonra, hangi ürünleri
devreye alacaklar? Bunu da öğreniyorsunuz, böyle bir avantajı
da var şirkete.
Satın
alma tarafı var. Şimdi, tasarımı yaptınız, fakat tasarım sonrasında
bir malzeme tasarladınız, bu malzemenin nerede olduğunu bilmiyorsunuz.
Hangi malzeme bilmiyorsunuz. Bu malzeme, hangi süreçten geçecek,
kim üretiyor bilmiyorsunuz. Sonuçta, satın alma departmanıyla
ilişkiye geçmek zorundasınız.
Kaç
para, ne kadar maliyet artışı getirecek? Bu da kritik bir
konu. Satın alma ve malzeme üreticileri. Şimdi, satın alma
kanalıyla direkt malzeme üreticilerine de gidebiliyoruz. Onlarla
temasa geçip, onlardan rutin eğitimler almaya başladık. Plastik
üreticileri, sac üreticilerini davet edip, departmanımızda
eğitimler verdiriyoruz. Bunu da planladık.
Bir
de üretim mühendisliği ayağı var. Bu arkadaşlar da mühendis,
fakat üretim ekipmanlarını tasarlayan ve sipariş eden arkadaşlar.
Şimdi, yapılan tasarım fabrikada üretilebilir mi? Bu da çok
kritik bir konu tasarım anlamında. Bu arkadaşlar, fabrikada
bazen çok muhafazakar davranıyorlar. İşte, biliyorsunuz bazen
fırınlar bile tek tip ekmek üretirken, şu anda simit sarayları
çıktı. Çok basit bir simidi bile çeşitlendirip, marjları artıran
insanlar var. Bazen, direniyorlar üretimdeki arkadaşlar, dolayısıyla
biz kalıp üreticileriyle de alternatif görüşmeler yapıp, bunun
farklı teknolojilerle üretilebilirlğini görüşüyoruz.
Çok
basit bir örnek vereceğim. Mesela, fırının arka tablası, derin
çekmedir. Şimdi, tasarım aşamasında, siz kalıbın şartlarını
bilmezseniz. Saçma sapan bir tasarımla gittiğinizde, kalıpçı
diyecek ki 'Ya, bu kalıptan çıkmaz,' Ama, kalıpçıyla birlikte
tasarım yaptığınızda, eş zamanlı giderse bu süreç, çok başarılı
oluyor. Yapılan kalıp tamamen üretilebilir oluyor. Şirket
de zaman kazanıyor. Kalıp üreticileriyle direkt tasarımcıların
da ilişkiye girmesi gerekiyor. Yüzde 100 bunlarla beraber
çalışsın demiyoruz. Ama sorun olduğunda bunlara ulaşabiliyor
olmaları lazım. Yani 'know-how' da olmasına gerek yok tasarımcıda.
Sıkıntı olduğunda doğru adama ulaşabiliyor olmaları gerekiyor.
Servis
bacağı var şirketlerde. Tasarımı yaptıktan sonra, tabii satış
sonrasında üründe problem olmaması gerekiyor. Tercih edilen
bu. Dolayısıyla, tasarım aşamasında ürünün nerelerinde sorun
çıkıp çıkmayacağını da yine, servisteki arkadaşlarla mühendisler
koordineli bir şekilde kontrol ediyor. Sonuçta,
bir çekirdek proje grubu, bu dörtlü grup aslında, bizim sürekli
iç içe yaşadığımız arkadaşlar. Gerektiğinde temasa geçmemiz
gereken arkadaşlar.
Burada
daha önce bahsetmediğim bir finans grubu var. Bunu fizibilite
çalışması aşamasında, sadece dirsek temasında bulunuyoruz.
Başka,
lojistik tarafı var. Özellikle, yükte ağır, pahada hafif olan
ürünler var. Mesela, bir buzdolabı konteynıra 30-40 tane girebiliyor.
Bunun taşıma maliyeti, ürün fiyatının yüzde 30'una ulaşabiliyor.
Böyle durumlarda, lojistik maliyetleri de ciddi önem kazanmaya
başlıyor. Onun için, konteynır boyutlarını, kamyon boyutlarını,
tasarım aşamasında göz önünde bulundurmak gerekiyor. Onun
için lojistiği de oraya yazdık.
Dolayısıyla,
tasarım aşamasınırı bütün bu süreçleri düşündüğünüzde, doğru
adamlarla çalıştığınızda, tasarımınız en kısa sürede devreye
alınabiliyor oluyor. Arçelik'te de biz bunu uygulamaya çalışıyoruz.
Kısa bir sunuş oldu, çok teşekkür ediyorum.
Alpay
Er:
Çok
teşekkürler Salih Bey. Şimdi Ümit Altun Bey'le devam ediyoruz
ve bitiriyoruz oturumumuzu. Ümit Bey, eski bir Arçelik mensubu.
Şimdi serbest, bağımsız tasarım danışmanlık firması sahibi.
Olayın iki tarafını da görebilen bir konuma sahip. Sanırım
onun da söyleyecekleri ilginizi çekecek.
Ümit
Altun:
Öncelikle,
iyi akşamlar. Hepinize geldiğiniz ve bizleri dinlediğiniz
için teşekkür ediyorum. Ben panelin yapısı içerisinde operasyonel
düzeyde tasarım yönetimini ve proje yönetimini anlatmak üzere
hazırlandım. Aslına bakarsanız, bu düzeyleri çok fazla da
birbirinden net olarak ayıramıyorsunuz. Çünkü, en altta, görevi
sadece bir ürün tasarlamak ve operasyonel düzeyde çalışmak
olan tasarımcılar, bazen firma stratejilerini direkt etkileyen
kişiler olma şanslarına da sahipler. Bunun sebebi de firma
stratejilerini ve marka imajını belirleyen en önemli unsurun
ürün tasarımı olması. Dolayısıyla, tasarımcıların elinde böyle
bir güç var ve bu gücü doğru kullandığımız takdirde, firma
adına ve ürün tasarımı adına çok doğru işler yapmamız mümkün
oluyor.
Şimdi,
tam bu bağlamda da tasarım yönetimi konusunu devreye sokmak
gerekiyor. Çünkü, bu işlerin, yani tasarım işinin firma stratejisiyle
örtüşmesinin tesadüfi bir takım olaylara veya gelişmelere
bırakmamız çok doğru olmadığı için, tasarım yönetimi dediğimiz
kavram ortaya çıkıyor. Sunumumu, bir proje yönetimi kapsamında
nelerin yapıldığını -bir serbest tasarım bürosu değil de,
biz neler yapıyoruz?- anlatarak başlamak istiyorum.
Şimdi,
öncelikle buna da topluca bir tasarım sürecinden ziyade, ürün
geliştirme süreci olarak bakmamız gerekiyor bence. Tasarım
da bu ürün geliştirme süreci içerisinde bir aşama. Şimdi,
ürün geliştirme aşaması, temel olarak beş aşamadan oluşuyor.
Bu aşamalardan birincisi; hazırlık ve anlama. İkincisi; konsept
belirleme. Üçüncüsü; görünüş tasarımı. Dördüncüsü; detaylandırma
ve beşincisi de parça tasarımı.
Şimdi,
dikkat ederseniz, değişen ve gelişen piyasa koşulları, parça
tasarımının endüstriyel tasarım kavramıyla birlikte anılmasını
gerektiriyor. Yani, bu servisleri satın alan ya da kullanan
firmalar, artık bütün bu servislerin tamamını bir yerden almayı
tercih eder hale gelmeye başladılar. Tabii, bu firmanın yapısına
ve stratejilerine bağlı olarak değişmekle birlikte, problemleri
aza indirgemek ve tek bir kanaldan beslenmek adına, özellikle
küçük ve orta boy işletmelerde bu yönde bir tercih söz konusu.
Büyük işletmelerde ise, parça parça bu servislerden bazılarını
satın alma ya da destek alma yönünde çalışmalar var. Yani,
sadece konsept tasarımı yönünde veya sadece görünüş tasarımı
yönünde, hangi tarafta ihtiyaç duyuyorsa, o tip servisi alma
yönünde eğilim daha fazla. Çünkü, kendi altyapısı aslında
oluşmuş, ama o an eksik gördüğü kısımda destek alıp, biraz
vizyonunu genişletmek için bu kanala yönlenebilmekteler.
Şimdi,
ben bu yöntemi genel olarak açarsam: Birinci aşama, hazırlık
ve anlama aşamasında biz neler yapıyoruz? Şimdi, öncelikle
bir proje talebi doğrultusunda işe başlıyoruz. Proje talebinden
sonra, ön tasarım tanımı, yani "brief"i alıyoruz.
Bu ön tanıma göre, bir teklif hazırlıyoruz. Aslına bakarsanız
teklif, sadece bir standart teklif olmaktan ziyade, bir ön
çalışma planı niteliğinde oluyor. Sonra proje onayı, yani
işin size verildiği veya başka bir yere belli olduktan sonra,
detaylı tasarım tanımını istiyoruz. Şayet, başta aldığımız
tanım yeterli değilse, bu detaylı tasarım tanımına göre de
proje planı hazırlıyoruz. Teklif çalışması kapsamında, projede
aldığımız tanım doğrultusunda neler yapılacağı, hangi aşamaların
yer alacağı ve bu aşamaların ne tip çalışmalar içereceği gibi
bilgilerle yer alıyor. Bunların yanı sıra, o projenin fiyatlandırması,
varsa bir takım özel şartları, projenin en önemli kısımlarından
birisi sayılabilecek 'draft' planı diyebileceğimiz bir aşamaya
geçiyoruz.
Daha
sonraki aşamada, onayaldıktan sonra proje planını hazırlıyoruz.
Proje planında, kimlerin ne kadar süreyle bu projede çalışacağı,
hangi zaman aralığında çalışacağı, biteceği zaman, kritik
toplantı tarihleri belirleniyor. Mümkün olduğunca bu plana
uymaya çalışıyoruz. Mümkün olduğunca diyorum, çünkü işimiz
aslında bu kadar sıkıştırmaya el verir gibi görünmese de yaratıcılık
gerektiren bir iş. Endüstride işler öyle yürümüyor. Günü gününe
projeyi teslim etmek zorundasınız.
Daha
sonra, ikinci aşamaya geçiyoruz. Proje onaylandıktan ve devam
ettikten sonra konsept tasarımı aşamasına geçiliyor. Bu aşama,
aslına bakarsanız az önce söylediğim gibi, belirli firmalar
tarafından istenebiliyor. Bazı firmalar tarafından da istenmeyebiliyor.
Bu neye bağlı olarak değişiyor? Konsept tasarımı mesela, sürekli
bir ürün üreten, tasarım yapan ya da satın alan firmalar daha
çok kıymetini biliyor. Yani, daha ilk defa yeni bir ürün için
tasarım yaptıracak bir firmanın ilk ihtiyacı olan şey, kolay
üretilebilir, fiyatı uygun bir tasarımdır. Bunun ötesine geçtiğiniz
zaman zaten tasarım işini tanımaya başlıyorsunuz demektir.
Farklı bir tasarım arıyorsunuz demektir. Yani, belirli ürünleriniz
var, ama marka imajınızı yükseltmek ve belki de pazardaki
konumunuzu fiyat ve marka olarak değiştirebilmek için, konsept
bir ürün arıyorsunuzdur.
Yine
bir araştırma, inceleme, gözlem var. Yaptığımız konuya yakın
olan objelerde, ürünlerde, hedef kitlemizi belirledikten sonra,
hangi tip ürünleri kullanıyorlar, ne tarz formlardan hoşlanıyorlar,
ne tür renklerden hoşlanıyorlar gibi bir araştırma yapıyoruz.
Kullanım yeri gözlemleri yapıyoruz. Bu aslında çok önemli
bir aşama. Kullanım yeri gözlemleri sayesinde, tasarımını
yapacağımız ürünle ilgili kullanım yerinde karşılaşılan problemleri
anlayabiliyoruz. Ayrıca, tüketicilerin aslında farkında oldukları,
ama dile getirmedikleri beklentileri -buna gizli beklenti
diyoruz- ortaya çıkartmak için bu gözlemleri yapıyoruz. Çünkü,
yenilik yapmak istiyorsak, problemin üstüne gitmemiz lazım.
İşte,
teknolojik yeniliklerin takibi, aslında sürekli yapılan bir
yöntem. Bu araştırmalar, her yapılan projede ve ürün gruplarına
göre değişerek tazeleniyor. Rakiplerimizi de inceliyoruz elbette.
Yaptığımız ürünle ilgili bugüne kadar ne tarz çalışmalar yapılmış?
Hangi bölgelerde ne tür farklılaşmalar oluyor? Tüm bunları
gözlemleyebiliyoruz ve sebeplerini az çok anlayabiliyoruz.
Çünkü, dışarıdan hizmet verdiğiniz zaman, bir iç tasarım grubuna
göre, konuya hakim olabilmek ve sonrasında da yaratıcı olabilmek
için, geçmişini de az çok bilmeniz gerekiyor. O yüzden, konsept
oluşturma aşamasında, bu çalışmalar çok önemli.
Daha
sonra, satış ve pazarlama servis verilerinin incelenmesi var.
Bunu da mümkün olduğunca çalıştığımız firmalardan temin etmeye
veya servislere giderek öğrenmeye çalışıyoruz. Çünkü, problemleri
saptayıp, görüp, birebir servis elemanlarının veya tüketicilerin
problemlerini kendi ağızlarından duyabiliyoruz.
Bu
araştırma aşamasından sonra, konsept tasarımında beyin fırtınası
yapıyoruz. İşte, beyin fırtınasında, daha önceden saptanmış
problemlerin doğrultusunda konular belirleniyor ve burada
bir takım fikir oluşturma çalışmaları yapılıyor. Fikir oluşturma
çalışmalarından sonra, akılda kalabilsin diye, görselleştirme
aşamasına geçiyoruz.
Beyin
fırtınasından sonra, filtrasyon çalışması var. Yaptığımız
bu çalışmaları, projenin amacına uygun olarak, tekrar filtre
edip, gerçeğe yakın şekilde modelleyerek, bir eleme yapıyoruz.
Çalıştığımız firma elemanlarıyla birlikte eleme yaptıktan
sonra fikirleri, daha sonra yeniden gözden geçiriyoruz. Elediğimiz
fikirleri, görselleştirdiğimiz fikirleri belirli sayıya indirgeyip,
yine firmayla toplantılar yaparak, projenin üretilebilirliğini
kontrol ediyoruz, ki ileride karşımıza problemler çıkmasın.
İşte, kullanım geri bildirimlerine göre, bir takım değerlendirmeler
ve varsa patent araştırması yapılması uygun oluyor. Çünkü,
bu aşamada karşımıza çıkabilecek olan bazı problemler, ileride
çok daha büyük sorunlara yol açabilir.
Daha
sonra da konsept tasarımı sunuşu yapılıyor. Bütün bu geçtiğimiz
aşamaları ve rakiplere göre getirdiği avantajları, konseptlerin
kullanım senaryolarıyla birlikte, bir tane ara konsept belirlemeye
çalışıyoruz. Bu çalışmadan sonra, görünüş tasarımı yapılıyor.
Bazen, konsept çalışması olmadan direkt görünüş çalışması
da talep edilebiliyor. Dolayısıyla, görünüş çalışmasında da
yine konsept tasarımında olduğu gibi, bir araştırma, inceleme
ve gözlem aşamamız var. Tabii, içeriği bir miktar farklı bunun.
İşte, bu çalışmada form dili oluşturmaya çalışıyoruz. Yani,
yine kullanıcılara ve trendlere göre, renkleri, kullanıcı
türünü, formları, dokuları, malzemeleri belirliyoruz. Bu daha
çok, görünüş tasarımına yönelik olduğu için, bu tarz araştırmaların
ağırlık kazandığı bir aşama oluyor.
Devam
edersek, yine form dili araştırmaları içerisinde bölgesel
beğenileri belirleyen araştırmalar yapılıyor. Mesela, Kuzey
Avrupa ülkesiyle Türkiye'deki beğeniler farklı olabilir. Hatta,
ülke içindeki bölgelerin de beğenileri farklılaşabilir. Bölgesel
olarak, bunları saptıyoruz. Yine bu aşamada, yaptığımız ürünlerin
rakiplere göre pozisyonlandırılmasını belirlemeye çalışıyoruz.
Yani, 'Neredeydik? Nereye gitmek istiyoruz?' gibi bir saptamayı
netleştirmek istiyoruz. Böylece, o bölgede bulunan rakiplerin
özelliklerini daha rahat inceleyebiliyoruz. Beklentileri saptayabilirsek,
yaptığımız tasarımlar da o beklentilere uygun olabiliyor.
Standartların
gözden geçirilmesi ve ergonomi araştırmaları da bu aşamada
devreye giriyor. Marka kimliği kısıtlarının, oluşabilmesi
çok zaman alıyor. Köklü firmalarda, marka kimliği endişeleri
oluyor. Yoksa, bunu oluşturmak üzere bizler ilk çalışanlar
olabiliriz. Varsa da bu kimliği korumak ve yüceltmek üzere,
daha yukarı çıkartmak üzere çalışmak için, bu araştırmayı
yapmamız gerekiyor. Dolayısıyla, birbirini, marka imajını
ve hedeflerini destekleyen tarzda, kullanıcı kitlesi belirlenmiş,
her şeyi belirlenmiş ürünlerin oluşturduğu bir grup marka
kimliği olması gerekiyor.
Devamında,
görünüş tasarımına, bildiğimiz klasik tasarım çalışmasına
başlıyoruz. Araştırma, inceleme ve gözlem aşamasından sonra
elde ettiğimiz tüm veriler doğrultusunda eskiz çalışmaları
yapılıyor. Daha sonra tasarımı yaptığımız firma ile birlikte,
bu eskizler arasından belirlenen 3-4 alternatifin 3 boyutlu
model çalışması yapılıyor. Ardından, sunuş çalışması için
tasarımların gerçeğe yakın biçimde görünüşleri hazırlanır,
gerektiğinde görünüşler için hazırladığımız 3 boyutlu datalar
kullanılarak skeç modeller hazırlanır ve sunuş çalışmasına
geçilir. Sunuş içeriğinde; trend araştırmaları, form dili
tabloları, rakiplere göre pozisyonlandırma, tasarımların görselleri
ve skeç modeller yer alır. Bu tasarımlar arasından bir adet
görünüş seçilmesi öngörülmektedir. Sonrasında tasarım detaylandırma
aşamasına geçiyoruz.
Tasarım
detaylandırma aşaması sırasında, parça tasarımını istemeyen
firmalar olabiliyor. Çünkü bu çalışmayı, firma kendi mühendislik
ekibinde yapabiliyor. Bu aşamada seçilmiş olan tasarıma odaklanarak,
kalıp açıları, köşe, geçme detayları, malzeme, yüzey kararları
gibi konular ele alınıyor. Bizim bu aşamadaki en önemli hedefimiz;
kolay üretilebilir, basit aynı zamanda da tüm fonksiyonları
ile kusursuz çalışabilen kaliteli bir üründür. Bu aşamada
kalıpçıların birebir kullanabileceği nitelikte, 3 boyutlu
parça tasarımı dataları hazırlanmaktadır. Parça tasarımları
hazırlandıktan sonra gerektiğinde çalışır prototipler yapılmaktadır.
Yine bu aşamada ürün üzerinde kullanılacak grafik ve artwork
dataları da hazırlanmaktadır.
Son
aşamada 3 boyutlu parça tasarımları istenilen data transfer
formatına çevrilir ve üretici firmaya ya da kalıpçıya gönderilir.
Temel olarak süreç bu aşamada sona ermesine rağmen, üretim
aşamasına geçiş sürecinde ihtiyaç duyulabilecek, bizim tarafımızdan
yapılması gerekli bir takım çalışmalara destek vermeye devam
etmekteyiz.
Alpay
Er:
Verdiğiniz
bilgiler için çok teşekkürler.
*ADesign
Fair 2004 İstanbul Uluslararası Tasarım Buluşması kapsamında
düzenlenen panellerden birine ait bu yazı ve resimler, fuardaki
tüm konferans ve panelleri içeren art+decor
Dergisi Kasım 2004 ADesign Fair Özel Sayısı'nın ücretsiz
ekinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
**
İlgili raporlar:
|