Özlem
(Yan) Devrim
Endüstri Ürünleri Tasarımcısı (Marmara Üniv.,
1997)
Ekim 2005
Giriş:
"Industrial
Design" aslından dilimize uyarlanan "endüstriyel
tasarım" kavramı, çoğu tüketici/halk kesimi tarafından
hiç bilinmiyor olmak veya ancak bir sanat dalı olarak algılanmak
bir yana, bilindiğinin sanıldığı mühendislik dünyası/piyasa/KOBİ'lerde
bile çoğunlukla yanlış tanımlanmakta; anlam/algı karmaşası
problemi yaratmaktadır. Yerli endüstri üretimi ile bu meslekte
akademik eğitim almış insan kaynağının sağlıklı bir şekilde
işbirliği içine giremeyişi,
a.
Bu konuda akademik eğitim almış bireylerin, yüksek katma değer
potansiyeline sahip ürünlerin özgün tasarımları için piyasadan
yeterli ve hatta hiç bir talep gelmemesi (ki bu talep yetersizliği,
yüksek katma değerli mal üreten fabrikaların azlığı ve mesleğin
de tanınmaması kadar, mesleğin farkında ve bilincine varmış
kimi şirketlerin ise, şöhret ve statükolarından faydalanmak
üzere dışarıda fason tasarım yaptırtmalarından da kaynaklanabilir)
üzerine, kişisel çabaları ile süsleme amaçlı/dekoratif/sosyal
statüko belirleyici (sanatsal ağırlıklı) veya düşük katma
değerli (çoğunlukla/bazen endüstriyel olmayan) ürünlerin tasarımlarına
yönelmeleri ile yeteneklerinin yeterince değerlendirilememesine,
b.
Endüstriyel üretim yapılan fabrika/KOBİ'lerde çalışan (az
sayıda/şanslı) tasarımcıların, mesleklerinin bir sanat dalı
olmadığı ve mühendislik disiplinleri altında yapılan bilimsel
bir meslek olduğu yolundaki tanıtım ve talep yaratma çabalarının,
kendi işyerlerinde başarılı olabilseler bile, piyasadaki yanlış
tanımlanma ve endüstriyel tasarımcıların (yukarıda basitçe
değinildiği gibi) yanlış konumlanması (konumlanmak zorunda
bırakılmaları) pratiğinin, "sonuçtan sebep çıkarma"
mantığı ile değerlendirilerek "karşı tez" halinde
önlerine getirilmesiyle başarısızlığa uğramasına,
c.
Akademik eğitim almış insan kaynağının değerlendirilmemesi
sonucunda, yerli endüstriyel üretimin büyük bir bölümünün
taklit / kopya / fason olmak döngüsünü aşamamasına,
d.
Hayal kırıklığı yaşayan endüstriyel tasarımcıların, mesleklerini
terk ederek mimarlığın alt alanlarına veya tamamen sanatsal
ve bazen de tamamen ilgisiz alanlara kayması ile yüksek eğitimde
israfa
sebep
olmaktadır.
"Endüstriyel
Tasarım" kavramı, mimarlık ve endüstriyel tasarım dünyasının
dışındaki çoğu birey için, kavramda kullanılan kelimelerden
her birinin özgün anlamının, o kişinin kültür/eğitim dünyasına
göre kendince birleştirilmesinden/yorumlanmasından daha fazlası
değil. Her iki kelimenin, bir sözlükte bulunabilecek özgün
anlamlarının biliniyor olması yeterli değil; bir kavramı oluşturan
kelimelerin çoğu kez yan yana geldiklerinde bu anlamlarını
aşabilmek/ötesine gidebilmek, birbirlerine göre değişebilmek
özellikleri de olabileceğini kabul etmek/bilmek gerekir. Bu
meslekte yoğun sanat çağrışımları yapan kavram "tasarım"
ve "tasarımcı" dır ve özel olarak incelenmesi, sanatla
ilişkisinin açılması gerekir.
Sanat(sal)
Tasarım ve Tasarımcı:
Genel,
kalın çizgilerle baktığımızda, "tasarım" kavramına
yüklediğimiz ve çoğunlukla birbirine karıştırarak kullandığımız
iki temel anlam vardır:
Birincisi;
insanın, kendi beyninde/sanal aleminde/zihninde yaptığı özel
bir eylemin, hedefi önceden belirli bir tür araştırma ve birleştirme
eyleminin ifadesidir. Aklın, belli bir amaca yönelmiş, o ana
kadar sahip olduğu görsel veya işitsel bütün bilgi/tecrübe/gözlem/malzemeyi
yeniden ve sistemli olarak elden geçirmesi ve ayrıştırma/sınama/araştırma/birleştirme...
gibi çeşitli yöntemlerle, yeni bir biçime dönüştürmek üzere
"düşünmesi" faaliyetidir. Bu bir "iş"
tir. Bu işin adı "tasarım/tasarımlamak/tasarım yapmak"
dır. O halde tasarım, amaçlı bir araştırmadır. Hedefi önceden
belirlenmiş "bilinçli" bir hayal kurma işidir: bu
işin ortaya çıkardığı, düşünsel alanda (tamamen) sonlanmış
bir "biçim"dir (burada, "tamamen" sıfatını
parantez içinde kullanmamın nedeni, akıldaki bu ilk sonlanmış
biçimin, ilerideki diğer aşamalarda zorunlu olacak gel-gitler
ile değişime uğrayabileceğini önceden kabul etmek gereğine
bir işarettir). Dikkat edilmesi gereken en önemli şey, eylem
ile ürünün aynı (iç içe geçmiş) olmasıdır: tasarım burada
hem bir "iş" ve hem de bir "soyut ürün"dür.
Tasarım
kavramının ikinci anlamı, düşünsel alanda (tamamen) sonlanmış
bir biçimin, pratikte bu biçimi herkesin okuyabileceği/görebileceği/duyabileceği/hissedebileceği/anlayabileceği/kullanabileceği
bir tarzda/usülde/biçimde ifade edilmesidir. Soyut olanın
somut bir yolla anlatılması, hayata geçirilmesidir. Bu ifade
(anlatım), bir kağıt üzerinde bitmiş bir eser (hayata geçmiş/bitmiş
bir tasarım: bir roman) olabileceği gibi, bir plan, bir proje
veya bir kolye, bir çanta gibi bir eşya/ürün de olabilir.
Tasarımcı
olabilmek için, aklın, düşünsel olarak sonlandırabildiği ve
anlatabileceği bir biçim (eskiz, plan, model, maket vb) oluşturabilmesi
gerekli ve (bire bir) üretmek zorunluğu da olmadığı için,
yeterlidir.O halde, (düşünsel ürünlerini ifade edebilmenin
yolunu/yollarını bilen) herkesin doğal olarak (az veya çok)
tasarımcı olduğunu/olabileceğini (bu yeteneğe doğuştan sahip
olduğunu) kabul etmemizde hiç bir sakınca yoktur. Eğitim,
tasarımın temel bir girdisidir ancak düşünsel olarak önüne
hedef koymuş bir insan, zaten kendisinde o yeteneği görmüş
demektir ve eğitimini de kendisi bir şekilde almanın yolunu
bulacaktır.
Tasarımın
konusunun ne olduğunun bu anlamda bir değeri yoktur: makale,
kitap, piyes, roman, senaryo, moda, alet, ev eşyası, elektronik
eşya veya araba.... Her şey tasarımın ve tasarımcının konusudur
ve amacıdır; işte sanat ile tasarımın tam olarak örtüştükleri
yer burasıdır: ne sanat ve ne de tasarım, (konu açısından)
sınır tanımazlar.
Yöntem
açısından temel farklılıklarını, yani sanatın ve sanatçının
"disiplinler üstü" ifade/anlatım biçimleri
kullanmak konusunda tercih hakları (özgürlükleri) olduğunu
fakat tasarımın ve (sanatsal) tasarımcının bu
zorunluğa sahip (disiplinlere bağlı) olduğunu, içinde bir
"kullanma değeri yaratma ve/veya çoğaltılma" çabası
taşıdığını (taşıması gerektiğini) görmezden gelirsek, "her
tasarımcı da aynı zamanda bir sanatçıdır" tezini öne
sürebilir ve savunabiliriz. Doğal olarak her tasarımcının
(her insanın) bir tasarımı veya hiç değilse bir tasarım hayali
vardır da diyebiliriz. Bir tasarımcı (veya sanatçı) için en
anlamlı cümlenin, "bu tasarım bana ait" veya "bunun
tasarımı bana ait" cümlelerinden biri olacağını, bir
ön yargı olarak kabullenmek, tüm insanlığı tasarımcılar olarak
kucaklamak, ve tüm insanlık adına gurur duymak demektir.
Tasarım
kavramı, beynin/aklın üç aşamalı faaliyetinin ifadesidir:
düşünme işi, bu işin oluşu (süreci) ve ürünü (sonucu). Bunu,
bir başka şekilde, şöyle de ifade edebiliriz:
Düşünme
işi, beynin kendi içinde yaptığı amaçlı bir araştırmadır.
Buna "hayal" aşaması da diyebiliriz.
Düşüncenin "oluş"una (sürecine) ise, düşüncenin
"projelendirilmesi" diyebiliriz.
Düşüncenin sonucu ise bir "ürün"dür ki buna "imalat/yapım/üretim
aşaması" da diyebiliriz.
Burada
dikkat edilmesi gereken en önemli şey, ne bu üç aşamanın kendi
aralarında ve ne de her birinin kendi içinde doğrusal/çizgisel
bir hareket özelliği taşımadıkları/göstermedikleridir. Üstelik,
hiçbir şekilde bu aşamalar arasında kesin sınırlar da yoktur;
akıl, hayal aşamasından doğrudan üretim aşamasına da atlayabilir,
üretim aşamasından projelendirmeye geri dönüş de yapabilir.
Bu çalışma/düşünme biçimi, aklın, tasarım yaparken kullandığı,
kendisine özgü bir kaostur. Tamamen aynı girdi ve şartlarla
başlatılsalar bile, hiç bir kaos aynı süreçte ilerlemez ve
aynı sonucu vermez. Başlangıcındaki en küçük bir farklı girdi
veya şartlardaki en küçük bir değişiklik bile kaosu, zaten
asla önceden bilinemez olan/asla bir öncekinin aynısı olmayan
süreç ve sonuçlarından büsbütün farklılaştırır ve büsbütün
farklı yerlere/sonuçlara götürür. Genellikle "ilham perisi"
diye adlandırılan şey, herhangi bir yerinde (akıldaki) kaosa
(istem dışı) eklenen bir farklı özelliktir. Her sanatçının,
her tasarımcının özgünlüğü buradan kaynaklanır.
Sanat(sal)
Tasarım ile Endüstriyel Tasarım İlişkisi:
Aklın,
(tasarım yapmakta kullandığı) kendine özgü bu çalışma şekli/prensibi,
sanat(sal tasarım) ile endüstriyel tasarım arasında en önemli
farklılığı da ortaya çıkarır:
Endüstriyel
tasarım, bir meslek olarak, projelendirilme ve üretim aşamalarını
mutlak surette, olmazsa olmaz bir şekilde "belli bir
yönteme bağlamaya, belli bir disiplin içine almaya" çalışır,
"diğer bütün disiplinlerle işbirliği içine girmeye"
ve asıl önemlisi "ekipler halinde çalışmaya" zorlar.
Sanatçının
ve (sanatsal) tasarımcının yalnızlığına ve esnekliğine bir
endüstriyel tasarımcı asla sahip olamaz; sanatçı gibi esnek
(disiplinler üstü ifade/anlatım biçimleri kullanmakta tamamen
özgür) ve yalnız ya da ancak bir (sanatsal) tasarımcı kadar
disiplinlere bağlı (sadece bir kullanma değeri yaratmak ve/veya
çoğaltılma değerini/çabasını/ümidini taşıyor) olmak, endüstriyel
tasarımcı için bir hayaldir: böyle davranmaya çalıştığı ve
tek başına (endüstriyel) tasarım yaptığı zamanlarda o sadece
bir "ürün tasarımcısı/sanat tasarımcısı" olabilir.
Ürünlerinin (eskizler, planlar, maketler, modeller ve hatta
bitmiş halleri ile üretilmiş olsalar bile) ürünlerinin "seri"
üretim niteliklerine (ki bu genellikle, bitmiş zannedilen
formun tekrar tekrar değiştirilmesi anlamına da gelir) kavuşturulması
endüstriyel tasarımcıların işi olur. Disiplinler altında çalışmak,
ekipler halinde çalışmak demektir.
Endüstriyel tasarım da aklın bir düşünme faaliyetidir, bir
iştir; "tasarım/tasarımlamak/tasarım yapmak" dır,
fakat, doğal değildir. Tasarım kavramı, içinde sanatı da barındıran
(tersinden de okuyabiliriz: sanat, içinde tasarım kavramını
da barındıran) çok geniş ve doğal bir alandır. Bu alan üzerinde,
sanayi devriminden sonra (veya birlikte) kurulmuş bir üst
(veya, daha doğru olabileceği şekli ile, alt) alan var ki,
tamamen yapaydır. İnsanlık, tarihini, en eski dönemlerinden
bugüne sanat(sal tasarım) örnekleri ile doldurmuştur. En basit
bir alet bile, az veya çok, bir (tasarım ve) sanat ürünü olmuştur
çünkü hep elde yapılmıştır ve elde çoğaltılmıştır. Bugün,
sanat (ve tasarım), dün olduğu kadar özgür değillerse bile,
gene de varlar. Endüstriyel tasarım ise sanata (ve tasarıma)
eklemlenmiş bir ekonomik işlevdir; farklılığı bir üretim yöntemi
olarak, olmazsa olmaz bir şekilde "seri" olarak
üretilmek zorunluğunu dayatmasındadır. Başlangıçtan bugüne
ve yarına, bu dayatması asla bitmeyecek ve fakat giderek daha
bir çeşitlenecek ve zorlaşacak "en"leri ile de hep
var olacaktır: en hızlı, en ucuz, en ergonomik, en güzel,
en küçük... fakat her zaman "en seri".
Endüstriyel
tasarımı, diğer bütün bir tasarım alanından/dünyasından koparıp
ayıran şey, işte bu "en"lerle ifade edilen özellikleridir.
Sanat, hiçbir baskı ve yönlendirmeye boyun eğmemek, egemen
olan her değere meydan okuyabilmek, eleştirel olabilmek, içinde
sosyal/politik/psikolojik... çağrışımlar barındırabilmek,
sadece estetik olmak iddiasını/keyfini taşımak... gibi nitelikleri,
içinde/özünde barındırabilen bir dışavurum tarzıdır; teoride
hiçbir "en" ile kısıtlanamaz (temel farklılığını
bir kenara bırakırsak, aynı özgürlükler tasarım için de geçerlidir).
Burada, sanatın tarifini yapmak durumunda değilim; hatta,
endüstriyel tasarımın bile tarifini yapmıyorum: ancak sanatın
(sanatçının değil) o çok özgün ve sınırsız özgürlüğünü hatırlatmak
ve endüstriyel tasarımcının özgün ve sınırsız (olabilecek)
özgürlüğünün, "en"lerle nasıl kuşatıldığını göstermek
istiyorum.
Sanatçı
da şüphesiz bir tasarımcıdır veya tersinden de bakmak mümkün:
tasarımcı da bir sanatçıdır. Böyle çok geniş bir açıdan ele
alınacak olursa, endüstriyel tasarımcının da bir sanatçı olduğu
söylenebilir/iddia edilebilir ve savunanlar da çok olabilir.
Burada, mühendislik dünyasından dışlanan endüstriyel tasarımın,
bu dışlamaya dayanak olan bakış açısındaki genişlikle doğru
orantılı olarak, uzakta/bulanık/anlaşılmaz görünmesi gerektiğindeki
normalliğin, mühendisliğin/bilimselliğin temel ilkelerine
aykırı olarak inkar edilmesi gibi bir çarpıklık vardır. Yakınlaşmak/açıyı
daraltmak çaba ve endişesini hiç taşımaksızın, bu meslekte
çalışanların "bağımsız ve özgür sanat" yaptığını
iddia etmek, bilimsel gerçeklikle çelişkiye düşmektir. Mühendisin
dünyasına girip bu eksiğini/yanlışını göstermek ve kabul ettirmek
çok kolaydır çünkü onlar zaten ellerinde mercekler ve kumpasla
gezerler (onlara yön göstermek yeter). Bence ironik olan,
doğrudan bu mesleğin içinde, bu mesleğin eğitimini almış bazılarının
(çok değil, bir kaç kişinin) belki de bu eğitimi "güzel
sanatlar" ana bilim dalının bir küçük tomurcuğu gibi
algıladıklarından veya mühendislik disiplinleri ve mühendislerle
çalışmak onlara çok zor ve ağır geldiğinden, bu mesleğin sanatsal
ağırlığını ön plana çıkarmakta ısrarcı olmalarıdır.
"Endüstriyel
Ürünlerde Enerjinin Dönüşümü" isimli bir yazımda (merak
edenler, MakinaTek Dergisi Eylül 2004 sayısında veya internet
ortamında www.turkcadcam.net/rapor/end-urun-enerji
adresinde bulabilirler) endüstriyel ürünleri üç ana bölüme
ayırmıştım. Endüstriyel ürün ve endüstriyel tasarımcı denilince
akla ilk gelenler, küllük/şekerlik/şişe/çatal/kaşık/bebek
arabası/sandalye gibi her nedense ve her zaman "düşük
katma değerli" ve benim yaptığım ayırmaya göre "basit/iş
üretmeyen/enerjiyi dönüştürmeyen" ürünler oluyorlar.
Bu ürünlerin bir diğer özelliği de, "işlevselliklerinden
vazgeçilemez fakat sanatsallıklarından/estetiklerinden vazgeçilebilir"
olmalarıdır. Bir çatalın daha fazlasını istemek ile bir çamaşır
makinasının daha fazlasını istemek arasında çok önemli farklılıklar
vardır. Bu, bir başka yazı konusu olacaktır. Burada değinmekle
yetineceğim özellik, endüstriyel tasarımın çoğunlukla (ve/veya
sadece) bu grup ürünlerle uğraşıyor görünmesinin/uğraşmaya
mecbur edilmesinin, doğrudan "sanatın bir kolu"
olarak algılanmasında çok ağırlıklı bir yeri olduğuna işaret
etmektir. Böyle görünüyor çünkü uğraşabileceği yüksek katma
değerli ürünler üreten fabrikalar çok az. Mecbur ediliyor
çünkü, talep sadece bu tür üretim yapanlardan geliyor. Mecbur
oluyor çünkü bu tür ürünlerin mühendislik girdisi ya hiç yoktur
ya da çok azdır. Sanayi ötesine geçememiş bir toplumdaki endüstriyel
tasarımcı (eğer mesleğini yapmakta inatçı ise) bilgi çağını
yaşamakta olan toplumların artık bir hobi veya tüketim çılgınlığı
ile canları sıkıldıkça değiştirdikleri (basit: sanatsallıklarından/estetiklerinden
kolayca vazgeçilebilir) ürünleri tasarlamak zorunda kalıyor
çünkü daha ötesinde ne bir talep ve ne de üretim şansı göremiyor.
Hal böyle olunca, meslek bir kısır döngüye giriyor çünkü bu
ürünler sanayi ötesine geçememiş
(ve çoğunluğunun satın alma gücünün düşük olduğu) toplumda
fazla lüks (salt sanatsal) olarak algılanıyor ve meslek de
sanatçılık olarak nasibini alıyor.
Sanatın
tarifi ile sanatçının öznelliği her yerde ve her zaman örtüşebilir.
Çünkü sanat "sınır tanımaz". Yukarıda saydığım sanata
ait nitelikleri (hiçbir baskı ve yönlendirmeye boyun eğmemek,
egemen olan her değere meydan okuyabilmek, eleştirel olabilmek,
içinde sosyal/politik/psikolojik... çağrışımlar barındırabilmek,
sadece estetik olmak iddiasını/keyfini taşımak...) bugün herhangi
bir sanatçının eserlerinde uygulayabilmesi gerçekten bir cesaret
ve ekonomik özgürlüğü gerektirebilir. Fakat sanatçı, toplumsal
riskleri göze almış bir sanatçı, aykırı eserler verebilir
ve küçük bir kesimden bile olsa, kabul ve beğeni de görebilir.
İşte tam burada, bir endüstriyel tasarımcı da, böyle bir "özgün/aykırı
sanatçı" gibi davranabilir. Öyle bir şey tasarlar ve
hatta özgün ve tekil
olarak da üretir ki bu, sayısal anlamda toplumun tamamı tarafından
beğenilse bile üretim erkine sahip (sayısal anlamda çok küçük)
bir kesim tarafından, ekonomik bir getirisi olmayacağından,
sadece alkışlanır. Bir sanatçının amacı/gıdası sadece bu alkışlar
ve (yapıtının seri olarak üretilmesindeki anlamsızlığın bilincinde
ve belki ancak çoğaltılması ümidi ile) bir müşteri bulabilmek
ve geçimini sağlayabilecek kadar para kazanabilmek düşüdür.
Aynı davranışı gösteren sanatçı (sanat tasarımcısı) ile endüstriyel
tasarımcı arasındaki fark, burada, amaçlarda ortaya çıkar.
Sanatçının para (ve biraz da şöhret ve beğeni) kazanmak amacı
ile yaptığı şeyi endüstriyel tasarımcı, amacına giden yolda
bir "adım" olarak yapar. Şüphesiz her ikisi de tekil/özgün
eserlerini satabilirler, şan ve şöhret de kazanabilirler.
Ancak, bu düzeye geldikleri zaman, yolları ayrılır. Sanatçı,
genel kabul ve beğenilere uygun veya aykırı davranmakta kişisel
bir tavır/duruş ortaya koyabilir; amacı
özgün/aykırı/eleştirel... sanat yapmak ise, sanatın sınırsız
özgürlüğü ile ekonomik sistemin dışında kalmak
tercihine sahiptir.
Oysa
ki endüstriyel tasarımcı, "çoğaltılacak" değil "seri
üretilecek" eserler vermek için yola çıkmış kişidir ve
(başlangıçda) tasarımladığı/ürettiği özgün/tekil her bir eser,
satılacak bir mal değil fakat kendisini egemen sermayeye yaklaştıran
(onların dikkatini çeken, onlardan alkış alan ve onları, kendisini
davet etmeye kışkırtan) bir adımdır. Sanatçı (sanat tasarımcısı)
ile endüstriyel tasarımcının bu "endüstriyel olmayan
ürün" tasarımları, her ikisi için de farklı bir anlam
ve amaç içermektedir: Sanatçı, dilediği herhangi bir konuyu
dilediği şekilde işlerken endüstriyel tasarımcı, endüstriyel
bir ürünün "endüstriyel olmayan/resimleştirilmiş"
bir çeşidini "çizer". Bir "ressam" gibi
davranır ve ne yazık ki eğitiminde bile bazen böyle davranmaya
özendirildiği de ara sıra duyulur. Şöhrete giden yola nasıl
adım atılacağının değil de gerçekten mesleğin öğretilmesi
bile bazen bu sapmaları önleyemez çünkü piyasa, açtığı yarışmalarla
"ressam ağırlıklı" yetenekleri ortaya çıkarmakta
çok
istekli davranışlar gösterebilir. İlgili kurum ve kuruluşlar,
mesleğin tanıtılması uğruna bu davranışları desteklemek zorunda
kalabilirler. Eğitim kurumlarının, fabrika ve KOBİ'lerle işbirliği
içine girerek ayakları yere basan projelerle öğrencileri gerçek
hayata hazırlamak konusundaki çaresizliği, endüstriyel tasarımın
sanatçılıkla bir tutulduğu kısır döngüyü besler ve sonuçta
hem öğrenciye ve hem de endüstriyel üretimin kendisine zarar
verir.
Endüstriyel
tasarımcı, sanatı, kendisine dayatılan "en"leri
hayata geçirebilmek için "kullanmalı" öyle ki, teoride
bile "asla ve hiçbir şekilde" bu "en"lere
sırtını dönmemelidir. Bu anlamda, endüstriyel tasarımcı, sanatçı
değildir fakat sanatı kullanır. "Ben çizerim, mühendis
uygular" ön yargısı ve rahatlığı içinde, düşünsel alanında
tamamen sonlandığını/sonlandırdığını zannettiği bir biçimi,
daha sonraki hiçbir aşamada çaba sarfetmeksizin, aynı fabrikada
beraber çalıştığı mühendise teknik resminin çizilmesi/projelendirilmesi
ve üretilmesi için vererek bir kenara çekilmek ve ortaya çıkan
ürünü de sahiplenmek, hem mesleğin kendi içinde ve hem de
mühendislik dünyasında haklı bir yozlaşmaya sebep olur. Bir
mühendis böyle bir cendereye girdiğinde ilk tepkisi, endüstriyel
tasarımı, bırakın bilim dalı olmak bir yana, bir meslek olarak
reddetmektir ve düşünebileceği en iyi şey, onun ancak bir
"sanatçılık" daha da özeli "ressamlık"
olabileceğidir.
Kendi
bünyesindeki elemanlarını (endüstriyel tasarımcılarını ve
mühendis kadrosunu) tedarikçi gibi kullanan bazı şirketler
ise, şöhretlerinden ve statükolarından çıkar sağlamak için
dışardaki endüstriyel tasarımcılara, mimar veya tasarımcı/sanatçı/bağımsız
tasarım bürolarına kabuk siparişleri verirler. Ekonominin
kısa dönemli zorunlulukları ile bu tavır anlaşılır ve haklı
olmakla birlikte (bu tür kişi veya kuruluşların, yüzeyde kalsa
bile hemen her sektörle ilişkileri ve öyle geniş bir görüş
açıları vardır ki tasarım dünyaları, memur mesaisi ile çalıştırılan
meslektaşları ile kıyas kabul etmez) uzun dönemde, şirketler
bu yükü kaldıramaz hale geleceklerdir. Şöhretin çizdiği çok
satacak fakat şöhrete gitme/başvurma süresi de daima daha
küçülecektir. Azalan karlılık şirketleri, kendi bünyelerine
dönmek zorunda bırakacaktır. Buna paralel olarak, giderek
artan teknoloji kullanımı ile içerden dışarı (forma) yapılan
baskı ve formda küçülme zorunluluğu, dışardan bakanların form
çizemeyecekleri kadar yüksek ihtisas gerektirecek ve şirketler
artık şöhretlerden uzak kalacak, kendi içlerinde şöhret yetiştireceklerdir.
(Belli sektörlerde uzmanlaşmış bağımsız profesyonellerden
oluşacak tasarım bürolarının, tasarım süresini azaltmak (/ucuzlatmak)
ve/veya şirketin tasarım ekibi çalıştırmasını gereksiz kılacak
kadar uzmanlaşmak, tasarımın mekanik çözümlerinde şirket ekibinin
yükünü hafifletmek, malzeme ve teknoloji kullanımı veya tavsiyesinde
uzmanlaşmış olmak gibi artı değerleri şirketlere sunabilecekleri
ölçüde önlerinin açık/parlak olacağına yürekten inanıyorum)
Bugün,
böyle bir şirkette böyle tecrübe(ler) yaşamış/yaşamakta olan
bir endüstriyel tasarımcı için, gelecek hakkında planlar yapmak
gene de olasıdır, mesleğe sırtını dönmeyebilir fakat herhangi
bir mühendis böyle bir "resim" ile karşı karşıya
kalıp da teknik uyumu için uğraş verme zorunluğuna düştüğünde
(ki mutlaka düşer) meslek çok şey kaybeder. Üstelik bir de
formu değiştirmek/formla oynamak zorunluğu ortaya çıkar da
mühendis, form sanatçısını uyarırsa, endüstriyel tasarımın
bir meslek olarak hiçbir mühendislik disiplini ile organik
bir bağı kalmaz ve sektörden dışlanır.
Öyle
bir paradoks içine girilir ki bir mühendisin endüstriyel tasarım
yapmaması gerektiğini iddia etmek, endüstriyel tasarımın bir
sanatçılık olduğunu iddia etmek anlamına gelir.
Bir
şair de bir tasarımcıdır; şiirleri matbaalarda çoğaltılır,
kitaplar halinde seri üretimi (çoğaltımı) yapılır, fakat şiirlerine
bir "en" ön koşulu koyulamaz. Çok fazla baskısı
yapılmakla o kitaba/şiire daha kolay ulaşma yolu açılır fakat
şiirin içeriği, anlamı, değeri ve mesajı değişmez. Dışarıdan
kendisine dayatılacak her hangi bir "en" ile eser
vermesi halinde, güdümlü bir sanat yapmış olur ki böyle bir
tavır, bir sanatçıdan beklenmez.
Bir
ressam, heykeltraş, müzisyen, yazar ... gibi sanat tasarımcılarını,
herhangi bir şekilde "en"lerle bağlamak, onların
hiç de arzu edebilecekleri bir şey değildir; bağımlılık buluş
yeteneklerini köreltebilir. Oysa ki endüstriyel tasarımcının
teknolojiye bağlı/bağımlı olduğunu ve buna rağmen kendisinden
yenilikçilik beklendiğini de görmezden gelmek mümkün değildir;
endüstriyel tasarım güdümlendirilir.
Şiir,
kağıtlar üzerine yazılır ve çoğaltılır, müzik notaları da
öyle. Bir heykel, alçı/tahta/metal/sentetik... onu yapan sanatçının
tercih ettiği malzeme ile yapılır. Sanatçı/tasarımcı, dilediği
malzemeyi kullanma özgürlüğüne sahiptir ve şaşırtıcı olan
tarafı, malzemenin sanata/tasarıma hiç bir artı veya eksi
değer getirmeyişidir. Şiirin çoğaltılması bir "en çok"
özelliği taşısa da kağıdı ona bir değer katmaz; bu anlamda,
örneğin bir heykelin "teklik ve özgünlüğü" ile ortak
noktası, sayısallıkta değil fakat "değerini malzemesinden
almıyor" oluşundadır. Oysa ki endüstriyel tasarım, malzemesi
ile de sıkı sıkıya bağlıdır.
Moda
tasarımcıları için bir elbisenin seri üretilmesi ilke olarak
kabul edilse bile, en ucuz/en ergonomik/en hızlı... üretilmek
gibi kıstasları kabul etmeleri halinde yapmış oldukları işin
de özelliği/içeriği değişir, üniforma olur. Moda tasarımcısı
da bir sanatçıdır, bu inkar edilemez. Fakat moda tasarımcısı
"endüstriyel tasarımcı" değildir çünkü, moda tasarımı,
endüstriyel tasarımın temel ilkesi "teknolojiye tamamen
bağlı / bağımlı olmak" sınırlarını aşar, sanatın sınırsızlığı
içinde gezer, teknolojiyi kendi istediği ölçüde kullanır ve
hatta aykırı kullanma tercihi ile de özgün ve bağımsızdır.
Teknolojiden, daha farklı kumaşlar veya daha nitelikli dikiş
makineleri talebi vardır fakat "daha seri, daha ucuz,
daha estetik, daha kolay, daha kullanışlı..." olmak gibi,
düşünme faaliyetini "en" lere doğru zorlayan kuralları
yoktur; "acaba bu üretilebilir mi?.." diye bir endişesi
de hiç yoktur.
Bir
demirci, ister döverek şekil verdiği, ister fabrikasyon veya
hurdalıktan topladığı parçaları kullansın,
kendinden bir şeyler katarak yaptığı her bir eserinin bir
sanatsal değeri olduğunu elbette iddia edebilir ve bir
"heykeltraş" veya örneğin bir "ferforje tasarımcısı"
olarak kabul edilmeyi hak edebilir. Fakat asla bir
"endüstriyel tasarımcı" değildir.
İstisnasız
bütün sanatçılar ve bütün tasarımcılar, bir ön isim (bir tamlayan)
kullanırlar: heykel sanatçısı (heykeltraş), resim sanatçısı
(ressam), müzik sanatçısı (müzisyen), grafik sanatçısı (grafiker),
moda tasarımcısı, saç tasarımcısı, şehir tasarımcısı... bu
liste böylece uzayıp gider. Endüstriyel tasarımcıların bu
listedeki yeri ise "obje tasarımcısı" diye geçer.
Ben bu tanıma katılıyorum: bir tasarım alt alanı olmakla,
bir tamlayan almak zorunluğu (veya keyfiyeti/şansı) da doğal
olarak kabul edilebilir fakat şunu da kabul ediyorum ki bu
tanım, konuya uzak olanların kafasını karıştırıyor ve konunun
içinde olanlar bile kendi aralarında anlaşamıyorlar.
Sonuç:
Tasarım kavramını/olgusunu, gerek projelendirilmeleri ve gerekse
üretilmeleri açısından, "Tasarım Kavramı Üzerine Bir
Deneme" adlı yazımda (merak edenler, internet ortamında
www.turkcadcam.net/rapor/tasarim-kavrami.html
adresinde bulabilirler) belirtmiş olduğum gibi, üç ana gruba
ayırmak zorunluğunu hatırlatarak bitirmek istiyorum.
a.
Salt Sanatsal Tasarım (projeleri): edebiyat / grafik sanatlar
/ tekstil / moda / resim ... gibi sanatlar.
b.
Bilimsel Tabanlı Sanat Tasarımı (projeleri): mimarlık ve endüstri
ürünleri tasarımcılığı
c.
Salt Bilimsel Tabanlı Tasarım (projeleri): bütün mühendislik
uğraşları.
Bu
yazının genel amacı, sanat ve tasarım kavramlarını ortak/kaba
özellikleri ve kalın çizgileri ile kısaca açıklamak ve endüstriyel
tasarımın, bu koskoca tasarım/sanat dünyasındaki kendine özgü
o farklı, küçük, etkili
ve üstelik sınırları mühendislik dünyasına taşmış bölgesini
aydınlığa kavuşturmak; ekonomik sisteme eklemlenmiş/kenetlenmiş
(kapasitesi/kalitesi ve hatta algılanması, içinde var olduğu
ekonominin gücüne bağımlı) bir mesleğin (alanın) tarifini
yapmak, sınırlarını çizmek; sanatçı ve tasarımcı ile endüstriyel
tasarımcı arasındaki farklılığı, elden geldiğince gözler önüne
serebilmektir.
Kimin
veya hangisinin daha iyi olduğu gibi bir iddia taşımayan (böylesi
tarafsız, gözleme dayalı ve bilimsel olmaya çalışan bir yazıda,
kişisel bir tercih veya tavır sergilemenin elbette ki hoş
karşılanmayacağı bilinci ile) bu yazının özel amacı, "bütün
insanların tasarımcı ve doğal olarak sanatçı oldukları"
ön kabulünün yapılmasına da bir katkıda bulunmaktır. Bu ön
kabul/tavrın, "endüstriyel tasarım sanatçılık değildir"
ve "eğitimsiz endüstriyel tasarımcılık yapılamaz"
iddiasının ispatında meslekdaşlarım için çok önemli olduğuna
ve üstelik onları tehlikeli paradokslardan da koruyacağına
inanıyorum.
Endüstriyel
tasarıma hakkı olan yeri vermek, herşeyden önce, içinde yaşanılan
toplumun ve bütün insanlığın, çoğunluğu kendilerini ifade
edemeyen doğal sanatçı ve tasarımcılardan oluştuğunu kabul
etmek ve onlara hakları olan, en çok beğenecekleri "en
güzel/en ergonomik/en ucuz..." ürünleri sunabilmektir.
*
Uyarı:
Bu makale, Üsküdar 9. Noterliği'nin 07 Ekim 2005 gün ve (31001)
No.'lu belgesi ile Özlem (Yan) Devrim adına tescil edilmiştir.
a. Yazarın yazılı izni olmadan
kısmen veya tamamen yayınlanması/ kullanılması/ alıntı yapılması/
çoğaltılması,
b. Yazılı izin olduğu halde makalenin alındığı kaynak ve yazarı
belirtilmeden herhangi bir yazılı veya sözlü veya görsel basın
yayın organında veya internet ortamında kısmen veya tamamen
yayınlanması/ okunması/ kullanılması/ alıntı yapılması;
c. Eğitim ve tanıtım amaçlı kullanılması için, yazarın yazılı
izni olması halinde bile herhangi bir şekilde okullarda bitirme
tezleri ve benzer amaçlarla kullanılması
yasaktır. |