Av.
Dr. Cahit SULUK, E-Posta: csuluk@hotmail.com
Giriş:
Son
zamanlarda dünya ticaretinde yaşanan hızlı gelişme ve globalleşme,
ticari aktörlerin harekete geçmesine neden olmuştur. Özellikle
gelişmiş ülkeler, dünya ticareti önündeki engellerin kaldırılması
için bir çaba içine girmişlerdir. Şüphesiz gümrük duvarlarının
yanında fikri mülkiyet hakları da dünya ticareti önündeki
en büyük engellerden birisidir. Dünya ticaretini liberalize
etmek için GATT'ın yerine 1995 tarihinde DTÖ kurulmuştur.
DTÖ'yü kuran anlaşmanın eklerinden biri Ticaretle Bağlantılı
Fikri Mülkiyet Anlaşması (TRIPS), konumuz bakımından büyük
öneme sahiptir. Yine 1995 tarihli Türkiye ile AB arasındaki
gümrük birliğini kuran OKK, fikri mülkiyet hukukumuzu derinden
etkilemiştir. Kısacası 1995 yılı fikri mülkiyet hukukumuz
bakımından bir milattır. Bu tarihten sonra fikri mülkiyet
mevzuatımız neredeyse tümüyle değiştirilerek gelişmiş ülke
hukukları ile uyumu sağlanmaya çalışılmıştır. Uyumlaştırma
süreci büyük oranda tamamlanmış olmakla birlikte uygulamada
büyük aksaklıklar yaşanmaktadır.
Tasarımlar,
hukukumuzda ilk kez 1995 tarih ve 554 sayılı KHK ile yasal
bir korumaya kavuşmuştur. Daha önceki yıllarda tasarımlar
haksız rekabet hükümleri ile korunmaktaydı.
Tasarım
Nedir?
Hemen
belirtmeliyim ki, ben tasarım kavramını, ürün tasarımı, endüstriyel
tasarım, grafik tasarımı ve moda tasarımı gibi ifadeleri içine
alacak şekilde bir üst kavram olarak kullanmaktayım. Bu kavrama,
kural olarak mimari tasarımlar, plan ve projeler ile çevre
tasarımları girmemektedir. Zira Topluluk ve Türk Hukukunda
tasarım mevzuatı ile endüstriyel tasarımların yanında diğer
tasarımlar da korunmaktadır. O nedenle 554 sayılı KHK'nın
başlığında yer alan endüstriyel tasarım kavramı yanıltıcıdır.
Hukukçu
ve tasarımcılar tasarım kavramından farklı şeyleri anlamaktadır.
Yani bu iki mesleğin mensupları bu konuda aynı dili kullanmamaktadır.
Hemen belirteyim ki, tasarımcıların bu kavramdan anladığı
şey, hukukçulara oranla çok daha geniştir. Bu farklılığı anlatabilmek
için iki ayrı tanım vereceğim.
Amerikan
Endüstriyel Tasarımcılar Topluluğuna göre endüstriyel tasarım,
kullanıcı ve üreticinin karşılıklı yararını gözeterek; ürünlerin
işlev, fayda ve görünümünü optimize edecek şekilde yeni ürün
fikirleri yaratmaya ve geliştirmeye yönelik profesyönel bir
etkinliktir.
Avrupa
Topluluğu ve Hukukumuzdaki düzenlemeyi de dikkate alarak tasarımı
hukuki açıdan şöyle tanımlayabiliriz:
Tasarım,
bir ürünün tamamının veya bir parçasının çizgi, şekil, renk,
biçim, doku, malzemenin esnekliği ve/veya süslemesi gibi insan
duyuları ile algılanabilen çeşitli unsur veya özelliklerinin
oluşturduğu görünümüdür. Kısacası hukuki bakımdan tasarım
bir ürün ya da ürün parçasının görünümüdür.
Dikkat
edilirse tasarımcılar ürünlerin işlev, fayda ve görünümü
ile ilgilenirken, hukukçular tasarım kavramından sadece görünümü
anlamaktadır.
Topluluk
ve Türk Hukukunda tasarım mevzuatı ile ürünlerin görünümü
korunur. Tasarımcıların diliyle konuşacak olursak tasarım
mevzuatı ile sadece kabuk tasarımı korunur.
O
zaman akla şöyle bir soru gelmektedir: Acaba hukukçular tasarımın
işlev, ergonomi ve fayda gibi özellikleri ile hiç ilgilenmiyorlar
mı? Elbette ilgileniyoruz. Ancak biz hukukçular tasarımın
bu gibi özelliklerini tasarım mevzuatıyla değil; fikri mülkiyet
hukukunun diğer bir alanı olan patent ve faydalı model mevzuatıyla
korumaktayız.
Şunu hemen belirteyim ki tasarımlar, fikri mülkiyet mevzuatı
ile korunan alanların kesiştiği noktada durmaktadır. Birden
çok dairenin iç içe geçtiği düşünüldüğünde dairelerin kesişen
alanını tasarımlar oluşturmaktadır.
Teknik
bir problemi çözen insan fikrine buluş denir. Buluşlar patent
ve faydalı model belgesiyle korunur. Endüstriyel tasarım belgesiyle
sadece kabuk tasarımı korunur. Demek ki, bir tasarımcı ya
da tasarım ekibi, bir otomobil tasarladığında bu fikri ürününü
hukuken koruyabilmek için duruma göre bir değil, birden çok
hukuki korumaya ihtiyaç duyabilir. Sözgelimi, otomobilin genel
görünümü endüstriyel tasarım, otomobilin airo dinamik özellikleri
ise patent ya da faydalı model mevzuatıyla korunacaktır. Yine
bir sandalyenin görünümü tasarım mevzuatıyla, sandalyenin
çalışan mekanizması patent veya faydalı model mevzuatıyla
korunacaktır. Taklitçiler bir sandalyenin görünümünü taklit
etmeksizin sadece çalışma prensibini çalabilir. Görünümü yanında
çalışma prensibi de özgün olan bir sandalye için sadece endüstriyel
tasarım belgesi almak yeterli değildir. Bu belgenin yanında
patent ya da faydalı model belgesi almak da gerekecektir.
Özetle
sandalye sahibi, sandalyenin görünümünü korumak istiyorsa
endüstriyel tasarım, çalışma prensibini/mekanizmasını korumak
istiyorsa patent ya da faydalı model, sandalyesinin kaynağını
belirtmek, yani hangi firmaya ya da kişiye aidiyetini göstermek
istiyorsa marka belgesi almak zorundadır. Kanun koyucu her
belgenin alınabilmesi için belli şartlar öngörmüştür.
Demek
ki tasarımlar, tasarım mevzuatı yanında şartları varsa patent
ya da faydalı model mevzuatı ile de korunmaktadır. Tasarımlar
bazen marka ve fikir ve sanat eserleri mevzuatı ile de korunabilmektedir.
Örneğin, bir grafik tasarımı hem 554 sayılı KHK hem de FSEK'in
koruma şartlarını taşıyorsa bu mevzuata göre korunacaktır.
Bunların yanında tasarımlar, TK'nın haksız rekabet hükümleri
çerçevesinde de korunabilmektedir.
Böylece
tasarımlar bakımından çoklu koruma imkanlarından söz ettikten
sonra şimdi tasarımlar üzerindeki hakkın kime ait olduğuna
geçebiliriz.
Hak
Sahibi Kimdir?
Tasarım
hakkı, tasarımcıya ve onun hukuki haleflerine aittir. Tasarımcının
birden çok olması durumunda (ekip tasarımlarında), taraflar
arasında aksine bir sözleşme yoksa tasarımcılar müşterek mülkiyet
hükümleri çerçevesinde hak sahibi olur.
Buna
karşılık işçi - işveren ilişkisinde tasarım hakkının sahibi,
aralarındaki özel sözleşme ya da işin mahiyetinden aksi anlaşılmıyorsa
işverendir. Yani memur, hizmetli, askeri personel ve işçilerin
işlerini görürken tasarladıkları tasarımların sahipleri bunları
çalıştıranlardır. Burada önemli olan husus tasarımcının tasarımı
iş saatleri içinde ya da dışında geliştirmesi olmayıp, tasarımın
işin bir gereği olarak yapılıp yapılmadığıdır. İşin gereği
olarak yapılan tasarımların sahibi, tasarımcılar olmayıp,
işverendir.
Bu
durumda memurun, hizmetlinin ve işçinin yaptığı tasarımın
önemi göz önüne alınarak tespit edilecek bir bedele hakkı
olur.
Yine
kendi hesabına çalışan, yani freelans designerlerin yaptıkları
tasarımların sahibi tasarımı ısmarlayan konumundaki işi verendir.
Öğretim elemanlarının geliştirdikleri tasarımlarda hak sahibi
öğretim elemanlarıdır. Öğretim elemanının çalıştığı kurumun
mutlaka üniversite ve fakülte olması gerekmez. Yüksekokul,
hatta yüksek teknoloji enstitüsü gibi kurumlarda çalışan öğretim
elemanlarının geliştirdiği tasarımlar için de bu kural geçerlidir.
Ancak orta öğretim kurumlarında çalışan tasarımcılar bakımından
bu kural geçerli değildir. Öğretim elemanı kavramına profesör,
doçent ve yar. doçent girdiği gibi araştırma görevlisi, uzman,
okutmak ve öğretim görevlisi de bu kavrama dahildir.
Öğretim kurumu, öğretim elemanlarının geliştirdiği tasarımlar
üzerinde sadece bir halde hak iddia edebilir. Eğer öğretim
kurumu, tasarımla sonuçlanan araştırmalar için özel olarak
belli araç ve gereçleri sağlamak suretiyle harcamalarda bulunmuş
ise, sadece bu harcamalarla sınırlı olarak bir talepte bulunabilir.
Öğretim kurumunun böyle bir talepte bulunabilmesi için söz
konusu tasarımdan bir kazanç elde edilmiş olması gerekir.
Uygulamadaki Aksaklıklar:
Tasarımlara ilişkin mevzuatın yeniden gözden geçirilmesinin
zamanı gelmiştir. Ancak bundan daha önemlisi ilgililerin bu
mevzuatı, üzerinden 8 sene geçmesine rağmen hala özümsemediklerine
şahit olunmaktadır. Bilirkişi raporu yazarken şahit olduklarıma
kısaca değinmek istiyorum.
Meslektaşlarım
olan avukatlardan bazılarının, dava dilekçelerini marka ile
başlatıp ortasında patent ve sonuna doğru tasarımla bitirdiklerine
üzülerek şahit olmaktayım. Yani daha henüz fikri mülkiyete
ilişkin temel kavramların oturmadığını görüyoruz. Bu söylediklerim
sadece avukatlara has olmayıp, yargının süjeleri bakımından
da geçerlidir.
Yine
üzülerek belirtmeliyim ki, birlikte bilirkişilik yaptığımız
dosyalardan gördüğüm kadarıyla teknik bilirkişiler, ki bunlar
genelde endüstriyel tasarımcı, mimar ve mühendis gibi kişilerdir,
hukuki niteleme yapmaktadırlar. Bunu yaparken de 1995 tarihinde
tümüyle yenilenen mevzuatı dikkate alarak değil de, eski bir
alışkanlık olarak TK'nın haksız rekabet hükümlerine göre karar
vermektedirler. Sözgelimi, tasarımlar arasında bir benzerlik
varsa hemen haksız rekabetin ya da tecavüzün olduğu sonucuna
varılmaktadır. Oysa yenilik ve ayırt edicilik var mı ya da
özgünlük var mı gibi sorular genelde sorulmamaktadır.
Tabii
tüm bu aksaklıklar ve eksiklikler hem davaların uzamasına
hem de doğrunun, yani adaletin bulunmasına engel teşkil etmektedir.
Gerçekten böyle dumanlı bir havada yaşadığımız bugünlerde
doğruya ulaşmak şansa kalmaktadır. Siz hak sahiplerine bol
şanslar dilerim.
*
Bu makale Cahit Suluk'un ADesign 2003 Etkinliklerinde yaptığı
konuşma notlarından alınmıştır.
|